Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Sosyal medyanın kapatılması diye bir plan yok

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın Sosyal medyanın kapatılması diye bir plan yok
CumhurbaÅŸkanlığı Sözcüsü Kalın, “Sosyal medyanın kapatılması diye bir plan, bir görüş yok ama sosyal medyanın düzenlenmesi gerektiÄŸi konusunda artık bir konsensüs oluÅŸtu, bir ittifak oluÅŸtu.” dedi.
CumhurbaÅŸkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın, sosyal medyayla ilgili düzenleme hazırlığı ve Ayasofya’nın ibadete açılması tartışmalarına iliÅŸkin Anadolu Ajansının (AA) sorularını yanıtladı.
Sosyal medyanın kapatılması ÅŸeklinde bir görüş olmadığını belirten CumhurbaÅŸkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ancak sosyal medyanın düzenlenmesi gerektiÄŸine yönelik bir ittifak oluÅŸtuÄŸunu söyledi. Bunun muhalif seslerin susturulması anlamına gelmeyeceÄŸini vurgulayan Kalın, Ayasofya’nın ibadete açılmasının dünya mirası kimliÄŸinden bir ÅŸey eksiltmeyeceÄŸini dile getirdi.
CumhurbaÅŸkanlığı Sözcüsü Kalın’a yöneltilen sorular ve bu sorulara verdiÄŸi cevaplar şöyle:
Suriye 2011’den beri bir iç savaÅŸ içerisinde. Birçok ÅŸey yaÅŸandı, birçok dramlar yaÅŸandı ama en son geldiÄŸimiz noktada Türkiye ile Rusya arasında bir mutabakat imzalandı Suriye’nin kuzeyinde… Bu mutabakatlar nasıl gidiyor? Åžu an ortak devriyeler devam ediyor, bir sorun var mı?
Åžu anda Sayın CumhurbaÅŸkanımızın Sayın Putin’le 5 Mart’ta yaptığı İdlib ateÅŸkesi çerçevesinde ortak devriyeler devam ediyor. AteÅŸkes büyük oranda uygulanıyor fakat zaman zaman rejimin ihlallerinin olduÄŸunu da görüyoruz. Åžimdi en son bildiÄŸiniz gibi BM İnsan Hakları Komisyonunun da bir raporu yayınlandı, ‘Rejim İdlib’deki sivillere saldırmak suretiyle savaÅŸ suçu iÅŸlemiÅŸtir’ diye. Bu zaten bizim baÅŸtan beri söylediÄŸimiz bir konuydu. Yani sivilleri cezalandırmak suretiyle rejim orada mevzi elde etmeye çalıştı. Bunun için çok acımasızca, hunharca varil bombaları kullandılar, kimyasal silahlar kullandılar ve baÅŸka tür toplu mezarlar, toplu öldürmeler yaÅŸandı, büyük bir insanlık dramı yaÅŸandı orada. Sorun bütünü ile çözülmüş deÄŸil ama kısmen kontrol altına alınmış durumda. Özellikle İdlib’de kısmi bir sükunetin hakim olduÄŸunu söyleyebiliriz fakat bizim beklentimiz ve çaÄŸrımız geçenlerde Sayın CumhurbaÅŸkanımız, Astana Üçlü Zirvesi’nde de bunu yine dile getirdi, İdlib bölgesinin bir güvenli bölge ilan edilmesi, kelimenin tam manasıyla bir güvenli bölge ilan edilmesi ve bu ÅŸekilde muamele görmesi. Aksi halde İdlib’e sıkışmış olan 3-3,5 milyon insanı orada uzun vadede tutmanız mümkün deÄŸil. Zaten Suriye’nin baÅŸka bölgelerinden kaçıp gelmiÅŸ yani yerlerinden edilmiÅŸ insanlar oraya sıkışmışlar, ki normalde İdlib’in nüfusu 1 milyon civarındadır, yani ÅŸu anda oraya onun 3-3,5 katı insan sıkışmış durumda ve bu insanların gidebileceÄŸi baÅŸka bir yer yok, sadece Türkiye var. Bu, problemin bir ayağı tabii.
Öbür tarafta terör örgütünün Suriye’deki uzantısı olan PYD ve YPG’nin terörist faaliyetleri de orada devam ediyor. Biliyorsunuz bazen Afrin’de, bazen Tel Rıfat’ta, bazen Fırat’ın doÄŸusunda ve çeÅŸitli terörist eylemler gerçekleÅŸtiriyorlar, sivillere saldırıyorlar. Bunlara tabii bizim müsaade etmemiz mümkün deÄŸil. Bunlara karşı mücadelemiz de kararlı bir ÅŸekilde devam edecek. Fırat’ın doÄŸusunda da hakimiyeti saÄŸlamak, sükuneti saÄŸlamak için askerlerimiz orada yoÄŸun bir faaliyet gösteriyorlar. Bu çalışmalar da aynen devam edecek herhangi bir fasıla olmadan. Fakat nihai olarak Suriye meselesinin çözümü için BirleÅŸmiÅŸ Milletler 2254 sayılı kararı çerçevesinde de bir geçiÅŸ hükümetinin kurulması, seçimlerin yapılması ve Suriye’de herkesi temsil eden meÅŸru bir siyasi yapının inÅŸa edilmesi gerekiyor. Bunun Esed rejimi tarafından yapılamayacağı açık bir ÅŸekilde ortada.
Esed rejimi ile ilgili olarak geçtiÄŸimiz günlerde bir iddia ortaya atıldı Esed’in koltuÄŸu bırakacağı, bir ülkeye sığınacağına dair. Bu iddialarla ilgili görüşünüz nedir?
Bunlar birer iddia, daha sonra yalanlandı çeÅŸitli baÅŸka makamlar tarafından. Rus basınında bu tür ÅŸeyler çıktı, sonra onlar ‘böyle bir ÅŸey yok’ dediler.
Siz yeni bir süreç bekliyor musunuz?
Suriye’de yapılması gereken, BirleÅŸmiÅŸ Milletler 2254 sayılı kararı çerçevesi siyasi sürecin ilerletilmesi, Anayasa Komisyonunun çalışmalarını tamamlaması, ki bir sonraki toplantı aÄŸustos ayında yapılacak, ve oradan çıkacak neticenin herkes tarafından baÄŸlayıcı olması önemli. Anayasa Komisyonu çalışmalarının da yıllarca sürmemesi gerekiyor. Yani bunun bir takviminin olması lazım, bir nihai tarihinin olması lazım. Rejim ÅŸu ana kadar Anayasa Komisyonu çalışmalarını sabote etmek için elinden geleni yaptı çünkü oradan çıkacak baÄŸlayıcı bir metnin kendi lehine olmayacağını biliyor veya öyle düşünüyor. Bundan dolayı da Anayasa Komisyonu çalışmaları çok yavaÅŸ ilerliyor. Halbuki bu çalışmaların bir an önce tamamlanması ve Suriye’de siyasi süreci ilerletecek bir anayasal zeminin oluÅŸturulması gerekiyor, çatışmaların durdurulması gerekiyor, mültecilerin tabii ki güvenli, onurlu bir ÅŸekilde evlerine dönmesi gerekiyor. Dolayısıyla Suriye meselesinin aslında bütün ana baÅŸlıkları olduÄŸu gibi duruyor yani salgından dolayı bir 3-4 ay dikkatler baÅŸka yerlere yöneldi ama Suriye meselesinde temel konular maalesef çözümsüz bir ÅŸekilde durmaya devam ediyor.
İsrail- Filistin meselesi… Burada Netanyahu’nun, büyük bir iÅŸtahla Batı Åžeria’nın bir kısmının ilhak edilmesiyle ilgili bir planı var. Buna zaten Trump ön ayak olmuÅŸtu, o yol açmıştı. Bu ilhak, iki devletli çözümü yok edebilecek bir noktaya doÄŸru gidiyor çünkü Filistin tarafının da çok keskin bir duruÅŸ sergilediÄŸini görüyoruz. İlhak planı ile ilgili Türkiye’nin duruÅŸu nedir? Bununla baÄŸlantılı olarak daha önce Kudüs’ün baÅŸkent olarak tanınması konusunda Türkiye çok önemli bir hamle yapmıştı, İstanbul’da İslam İşbirliÄŸi TeÅŸkilatı üyelerini toplamıştınız. Daha sonra BM’de Kudüs’ün tek taraflı baÅŸkent ilan edilmesinin bir anlam ifade etmeyeceÄŸine yönelik bir karar çıkartmıştınız. Yeni dönemde bu ilhaka karşı Türkiye’nin herhangi bir planı var mı yoksa mevcut planları mı destekleyeceksiniz?Â
Öncelikle İsrail’in bu ilhak planı gayrimeÅŸrudur, hukuka aykırıdır, yeni bir iÅŸgal ve gasp hareketidir. Bunu kesin bir ÅŸekilde reddediyoruz ve bütün uluslararası toplumu da bu ilhak planını reddetmeye davet ediyoruz. Nasıl Kudüs konusunda uluslararası toplum büyük bir birlik ve dayanışma gösterdiyse aynı dayanışmanın ÅŸimdi bu ilhak planına karşı da gösterilmesi gerekiyor. BaÅŸta Arap ülkeleri ve Arap Ligi olmak üzere İslam İşbirliÄŸi TeÅŸkilatı, BirleÅŸmiÅŸ Milletler, Avrupa BirliÄŸi, OrtadoÄŸu Dörtlüsü ve diÄŸer ilgili bütün kurumların bu konuda çok açık ve net bir tutum sergilemesi gerekiyor. Çünkü iÅŸgal ve ilhak politikaları bugüne kadar Filistin meselesini daha içinden çıkılmaz hale getirdi, her tür barış, iki devletli çözüm, siyasi istikrar, toplumsal huzur imkanlarını ortadan kaldırdı. Bu ilhak planı bu krizi daha da derinleÅŸtirir. Zaten Netanyahu iki devletli çözüme inanmadığını baÅŸtan beri ifade eden bir siyasetçi. Hatta İsrail siyaseti içinde Likud’un ana çizgisi haline getirmiÅŸ durumda bunu. Åžimdi buna öncelikle iki devletli çözüme inandığını söyleyen Amerika BirleÅŸik Devletleri’ndeki çeÅŸitli çevrelerin, kongre üyelerinin, çeÅŸitli Musevi topluluklarının gür bir sesle itiraz etmesi gerekiyor. Vatikan’ın karşı çıkması gerekiyor. O topraklar aynı zamanda orada yaÅŸayan Hristiyanları da ilgilendiriyor, Vatikan’ı da ilgilendiriyor, Arap ülkelerini doÄŸrudan ilgilendiriyor, onların daha fazla ses çıkartması gerekiyor.
Türkiye olarak bu konuda CumhurbaÅŸkanımızın pek çok Arap lideri ile Batılı liderle telefon görüşmeleri oldu ilk bu karar açıklandığı zaman. CumhurbaÅŸkanımız bunu net bir ÅŸekilde reddettiÄŸimizi Sayın Trump’a da Sayın Putin’e de Mahmud Abbas’a da Ürdün Kralı’na da ve görüştüğü birçok lidere, Sayın Merkel’e ve diÄŸerlerine açık ve net bir ÅŸekilde ifade etti. Bu konudaki tavrımız bizim son derece net. Bu yeni bir gasp ve iÅŸgal politikasıdır, hamlesidir, oyunudur, bu oyuna hiç kimsenin gelmemesi gerekiyor.
Tabii İsrail’i durduracak olan ÅŸey uluslararası toplumun, BirleÅŸmiÅŸ Milletler’in, OrtadoÄŸu Dörtlüsünün, Avrupa BirliÄŸi’nin daha etkin, daha dirayetli, daha güçlü bir ÅŸekilde tavır almasıdır. Yani bu hukuksuzluÄŸu, bu kanunsuzluÄŸu, hatta bu haydutluÄŸu göz ardı edersek yarın Orta DoÄŸu’da baÅŸka felaketlerin kapısını aralamış oluruz. Bugüne kadar İsrail’in 1947’den beri Filistin topraklarını nasıl adım adım, parça parça, santim santim, metre metre iÅŸgal ettiÄŸini, gasbettiÄŸini gördük. CumhurbaÅŸkanımız BirleÅŸmiÅŸ Milletler’de bir harita göstermiÅŸti biliyorsunuz, 47’den bugüne kadar Filistin topraklarının nasıl yok edildiÄŸini, İsrail tarafından iÅŸgal edildiÄŸini… O harita hala yerinde duruyor. Maalesef eÄŸer bu ilhak politikası uygulanırsa, ilhak kararı uygulanırsa bir beÅŸinci harita daha gelecek onların yanına, 4 harita vardı ve 5’inci haritada adeta artık Filistin ortadan kalkacak. Dolayısıyla buna müsaade edemeyiz Orta DoÄŸu’nun barışı için, huzuru için… İsrail burada aynı Kudüs’te olduÄŸu gibi yine ateÅŸle oynuyor, tahrik edici, yıkıcı bir politikanın peÅŸinde. Bundan derhal vazgeçmesi gerekiyor. İsrail üzerinde etkisi olan, yetkisi olan bütün ülkelerin de baÅŸta Amerika BirleÅŸik Devletleri olmak üzere bu konuda açık ve net bir tavır alması gerekiyor.
Siz Arap dünyasının tavrını yeterli görüyor musunuz?
Yeterli görmüyorum, özellikle Arap Ligi’nin tavrını yetersiz görüyorum, İslam İşbirliÄŸi TeÅŸkilatı içerisinde bu konuda çok net tavır sergileyen ülkeler var ama onun tavrının da yeterli olduÄŸunu söyleyemeyiz. Daha fazla ses çıkartılması gerekiyor. Özellikle Arap BirliÄŸi’nin, yani ikide bir Türkiye aleyhine kararlar çıkartmak yerine öncelikle bu meseleler üzerine odaklanması gerekiyor.
Türkiye’nin dış politikası, özellikle bölgesel politikalarına baktığımızda son dönemde son derece proaktif bir politika güttüğünüzü görüyoruz bölgede. Yani Libya’dan Yemen’e kadar, Suriye’ye, Mısır’a kadar bölge politikalarınız oldukça etkili ve hemen hemen her noktada Türkiye’nin bir varlığını görüyoruz. Balkanlarda zaten tarihsel bir etkimiz var. Åžimdi bu politikaları deÄŸerlendirdiÄŸimizde, ben özellikle Arap dünyasını yakından takip ettiÄŸim için biliyorum, bunu bazı Arap liderler de siz de biliyorsunuz gündeme getiriyorlar, Türkiye’nin dış politikasının özellikle bölgesel politikasının İhvan ve Neo Osmanlıcılık üzerine tesis edildiÄŸi ve merkezinin bu olduÄŸuna dair bir söylem tutturuyorlar. Bizim böyle mi gerçekten politikamız. Türkiye’nin bölgesel politikalarının temel kriterleri nedir? Biz İhvan üzerine mi gidiyoruz, Neo Osmanlıcılık mı bizim hedefimiz, yeni bir Osmanlı etkisi mi oluÅŸturmaya çalışıyoruz, nedir bizim dış politika kriterlerimiz?
Bunlar Türkiye’nin aktif dış politikasını gölgelemek amacıyla ortaya atılmış birtakım asılsız iddialardan ibarettir. Somut olarak bunun hiçbir yerde bir örneÄŸini gösteremezler. Türkiye Mısır’da Hüsnü Mübarek devrildikten sonra orada kim meÅŸru olarak devletin başında idiyse onunla iÅŸ tutmuÅŸtur, Tunus’ta seçimle kim iÅŸ başına gelmiÅŸse onlarla iÅŸ tutmuÅŸtur, Libya’da siyasi istikrarı saÄŸlamak için hiçbir siyasi taraf arasında ‘Bu İhvancıdır, bu batıcıdır, bu milliyetçidir’ gibi ayrımlar yapmadan meÅŸru olan aktörlerin tamamı ile çalışma gayreti içerisinde olmuÅŸtur. Aynı örneÄŸi Körfez ülkeleri için verebiliriz, Irak için verebiliriz ve baÅŸka ülkeler için verebiliriz. Suriye’de savaÅŸ baÅŸladığında Türkiye, tırnak içinde, yani Müslüman KardeÅŸleri mi destekledi? Suriye halkını destekledi orada. Esed rejimi hiçbir ayrım yapmadan Sünnisi ile Kürt’üyle Arap’ıyla Türkmen’i ile karşı çıkan kim varsa onlara saldırdı ve Türkiye de o zulme uÄŸrayan herkese kapılarını açtı, herhangi bir ayrım yapmadı. Fakat son dönemde özellikle uluslararası liberal söylemin bir öcü haline getirdiÄŸi iÅŸte İslam, İslamcılık, İslami hareketler, İslami partiler, Müslüman KardeÅŸler gibi söylemler elveriÅŸli bir enstrüman olarak her yerde kullanılıyor.
Mesela bunun son örneÄŸini John Bolton’ın yazdığı kitapta da gördük. Yani bizim kendisi ile yaptığımız pek çok görüşmede buradaki görüşmelerde, Washington’daki, New York’taki görüşmelerde, telefon konuÅŸmalarımızda bir defa bile bu konuları gündeme getirmeyen Bolton, gidip bu kitabı yazdığında Sayın CumhurbaÅŸkanımıza ‘O radikal bir İslamcıdır’ gibi bir iftira atıyor. Bunu niye yapıyor, gerçek olduÄŸu için deÄŸil, bu elveriÅŸli bir enstrüman olduÄŸu için, çok iÅŸe yarar bir argüman olduÄŸu için. ‘Bunu dediÄŸinizde artık baÅŸka bir ÅŸey söylemenize gerek kalmaz’ varsayımı ile hareket edildiÄŸi için.
Peki bu tür söylemler neden kullanılıyor? Ne istiyor Türkiye, bölge ülkeleri için sizin gelecek tasavvurunuz nedir, neden bu kadar proaktifsiniz bölgede?
Kendi halkına zulüm etmeyen bir rejimle Türkiye’nin bir sorunu olmaz ama bir rejim kalkıp kendi halkını bombalıyorsa, kimyasal silahlar kullanıyorsa o rejimin kimliÄŸi, etnik mezhebi, siyasi kimliÄŸi ne olursa olsun Türkiye buna karşı durur, bu da en temel insani, ahlaki ve siyasi görevimizdir bizim. Bölgede biz, bakın şöyle söyleyeyim, İslam dünyası aslında fakir bir dünya olmak zorunda deÄŸil. Dünyanın doÄŸal zenginliklerinin çok önemli bir kısmı özellikle Orta DoÄŸu coÄŸrafyasında yer alıyor. Fakat güçlü bir liderlik, akıllı ve basiretli bir siyasi vizyon, birlik ve beraberlik olmadığı için İslam dünyasında savaÅŸlar, çatışmalar, krizler, zayıf devletler, kötü yönetimler almış başını gitmiÅŸ durumda. Biz nasıl bir zamanlar bütün İslam dünyası bütün dünyaya ışık tutan bir kültür medeniyet havzası idiyse yani BaÄŸdat’ından Basra’sına, Semerkand’ından İskenderiye’sine, Kahire’sinden Bosna’sına kadar hepsini katarak söylüyorum, 21’inci yüzyılda da İslam dünyasının bu vasıflarını yeniden kuÅŸanmasının mümkün olduÄŸuna inanıyoruz. İlimde, kültürde, sanatta, eÄŸitimde, bilimde, teknolojide, altyapıda, dış politikada, güvenlikte ve diÄŸer bütün alanlarda İslam ülkeleri çok daha iyi bir noktada bulunabilirler. Buralardaki barış, dünya barışına ve huzuruna katkı saÄŸlar, buradaki çatışmalar üzerinden kendi milli menfaatlerini ilerletmeye çalışanlar, eninde sonunda bütün dünyayı ateÅŸe verdiklerinin farkında deÄŸiller. Yani güvenliÄŸin bu kadar iç içe geçtiÄŸi bir dünyada, ben hep ÅŸunu söylüyorum; hepimiz güvende olmadan hiçbirimiz güvende deÄŸiliz. Bencil bir ÅŸekilde ben sadece kendi güvenliÄŸimi düşündüğümde, baÅŸkalarının güvenliÄŸini tehlikeye attığımda nihai olarak kendi güvenliÄŸimi de tehlikeye atmış olurum. Yani kendimiz için istediÄŸimizi baÅŸkası için de istemiyorsak zaten samimi, tutarlı, dürüst bir dış politika izleyemezsiniz.
Biz nasıl Türkiye için kalkınmayı, adaleti, adil paylaşımı, güvenliÄŸi, huzuru istiyorsak, komÅŸu ülkeler ve bölge ülkeleri için de aynı ÅŸeyi istiyoruz. Dolayısıyla bizim baÅŸkasının toprağında gözümüz yok, baÅŸkasının iç iÅŸlerine karışmak gibi bir niyetimiz yok. Ama baÅŸka ülkelerden beklentimiz de Türkiye’nin iç iÅŸlerine karışmasınlar, Türkiye’nin içini karıştırmak için birtakım çocukça planların içerisine girmesinler. Bazı Körfez ülkelerinin Türkiye aleyhine yaptığı kara propaganda faaliyetlerinin inanın halk nezdinde hiçbir karşılığı yok, tam tersine halkı onlardan daha fazla uzaklaÅŸtıran bir tutum içerisinde olduklarını artık onların da görmesi gerekiyor.
Adil paylaşım konusuna deÄŸindiniz. Sayın CumhurbaÅŸkanı geçtiÄŸimiz günlerde Kovid-19’dan sonra dünyada artık hiçbir ÅŸeyin eskisi gibi olmayacağını söyledi, doÄŸrusu bunu bazı çevrelerden de duyuyoruz. Yani ne deÄŸiÅŸecek gerçekten, bize ne öğretti Kovid-19? Yoksul ülkeler, geri kalmış ülkeler, zengin ülkeler arasındaki uçurumu daha çok net bir ÅŸekilde görmüş olduk. Aslında herkesi eÅŸitleyen bir süreçle karşı karşıya kaldı insanlık. Siz nasıl bir perspektif görüyorsunuz gelecekle ilgili, Kovid-19 bize nasıl yeni bir dünya sunmuÅŸ olacak?
Öncelikle Kovid-19, mevcut dünya düzeninin ne kadar kırılgan olduÄŸunu bir kez daha ortaya çıkarttı. Tarihte yakın dönemde birçok savaÅŸlar yaÅŸandı, bölgesel savaÅŸlar, baÅŸka ÅŸeyler, ama herhalde küreselleÅŸmenin bir gerçek haline geldiÄŸi bu geçtiÄŸimiz 30-40 yıl içerisinde ilk defa herkesin aynı anda aynı ÅŸeyi yaÅŸadığı bir dönemden geçtik. Küresel bir an yaÅŸadık, hala da yaÅŸamaya devam ediyoruz. Japonya’sından Amerika’sına, İtalya’sından Türkiye’sine, Almanya’sından Irak’ına kadar hepimiz bu aynı anı aynı anda yaÅŸadık, bu çok nadir görülen bir ÅŸeydir. Üçüncü olarak da küresel sistemin testinin pozitif çıktığını gördük. Aslında küresel sistemin kendisi bu virüse yakalandı, bu kadar etkisiz olması, bu virüs karşısında çözüm üretememesi, bu kadar insanın ölmesi, virüsün bu kadar hızlı yayılması, ekonominin durması ve bundan sonra toparlamaya iliÅŸkin projeksiyonların da uzun vadeli olması bu sistemin ne kadar kırılgan olduÄŸunu gösteriyor.
‘Küresel liberal düzen’ deniyor, ben hep ona ÅŸey diyorum; ya bu düzen ne küresel ne liberal ne de aslında bir düzen. Yani küresel deÄŸil çünkü tek taraflı, hakimin, güçlü olanın sözünün geçtiÄŸi bir düzen. Liberal falan deÄŸil. Yani liberal diye paketlenen birtakım deÄŸerler yahut söylemler var, yani serbest piyasa ÅŸartları, ekonomisi vesaire deniyor ama kapitalizmin her zaman tekelciliÄŸe doÄŸru evrilmek istediÄŸini herkes bilir, iktisat okuyan herkes bunu bilir. Kapitalist, tekel olmak ister, serbest, adil piyasa ÅŸartları içerisinde rekabet etmek falan istemez. Nitekim bunun için de antitröst yasaları çıkmıştır. Åžirketler büyümüştür, büyümüştür devasa yapılar haline gelmiÅŸtir. Bunlar artık devletin bile kontrol edemediÄŸi büyüklüğe ulaÅŸtığında devlet buralara müdahale etmiÅŸtir, ‘Hayır, bu artık tüketici hakkını da kiÅŸi haklarını da ortadan kaldıran bir yapıya dönüşüyor’ diye. Dolayısıyla böyle bir liberal düzenden de bahsetmiyoruz, düzen de deÄŸil. Düzen üretmiyor tam tersine bir düzensizlik, kaos, adaletsizlik üretmeye devam ediyor.
Åžimdi bütün bu gerçekler ışığında önümüze yeni birtakım fırsatlar da çıktı. Türkiye bu süreci en iyi yöneten ülkelerden birisi oldu hem vaka sayısı itibarıyla hem ölümler itibarıyla… SaÄŸlık altyapımızın güçlü olmasının getirdiÄŸi avantajları bu dönemde gördük. Sayın CumhurbaÅŸkanımızın ‘Bunlar benim hayalimdir’ dediÄŸi ÅŸehir hastanelerinin bu süreçte ne kadar kritik bir rol oynadığını hep birlikte gördük. SaÄŸlık çalışanlarımızın, 1 milyon 100 bin civarındaki saÄŸlık ordumuzun ne kadar özveriyle çalıştığını gördük. Ama ÅŸimdi bundan sonra yapılacak çok önemli ÅŸeyler de var. Mesela biyogüvenlik konusu artık Türkiye’nin milli güvenliÄŸinin önemli baÅŸlıklarından biri haline gelmiÅŸtir, siber güvenlik yine ulusal güvenliÄŸimizin önemli baÅŸlıklarından birisi haline gelmiÅŸtir. Bu konularda çok önemli çalışmalar yapılıyor, bunlar daha da artacak. Sayın CumhurbaÅŸkanımız bu konuda gerekli talimatları da verdi, ilgili birimlerimiz bu konularda çalışmalarına da baÅŸladılar. İleriye dönük olarak Türkiye özellikle tedarik zincirini muhafaza etmek suretiyle hem kendi içindeki yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaÅŸlarına hem de bölgedeki insanlara yardım ulaÅŸtırarak bünyesinin ne kadar saÄŸlam olduÄŸunu gösterdi ama bunu daha da fazla güçlendirmek için adımlar atmaya devam edeceÄŸiz. Ben bu süreçten Türkiye’nin hızlı bir ÅŸekilde çıkacağına inanıyorum ve diÄŸer dünya ekonomileri toparlamaya çalışırken Türkiye’nin çok hızlı bir ÅŸekilde yol alacağını düşünüyorum. Bunlar tabii bize birtakım fırsatlar getiriyor. Bu temel altyapı yatırımları konusunda, stratejik önemi olan alanlarda aldığımız mesafe noktasında ileriye dönük daha pozitif, daha aydınlık, daha umut verici bir tablonun olduÄŸunu söyleyebilirim.
Åžimdi Türkiye sosyal medyayı artık dünyada en çok kullanan ülkelerden bir tanesi. Ama sosyal medyanın Türkiye’de maalesef daha çok son dönemlerde kadına yönelik ÅŸiddet, hakaret, yalan, küfür ve benzeri kötü amaçlar için kullanıldığını gördük. Bir sosyal medya düzenlemesi gerektiÄŸini görüyoruz. Bu konuda Sayın CumhurbaÅŸkanı bir talimat verdi bir çalışma yapılıyor bu düzenlemenin içeriÄŸiyle ilgili bize neler söyleyebilirsiniz? Sosyal medyayı Türkiye’de kapatacak mısınız? Çünkü o tür bir algı da var, hükümetinizin sosyal medyayı Türkiye’de yasaklayacağına dair ÅŸeyler de konuÅŸuluyor. Böyle bir planınız mı var yoksa bu düzenleme neyi kapsayacak?
Sosyal medyanın kapatılması diye bir plan, bir görüş yok ama sosyal medyanın düzenlenmesi gerektiÄŸi konusunda artık bir konsensüs oluÅŸtu, bir ittifak oluÅŸtu. Neden? Ben gerçek hayatta size hakaret ediyorsam, küfür ediyorsam, iftira ediyorsam, kiÅŸilik haklarınızı ihlal ediyorsam, mahrem bilgilerinizi ortaya çıkartıyorsam yahut terör propagandası yapıyorsam, bu nasıl gerçek hayatta suçsa sanal dünyada da suç olmak durumundadır. Yani analogda suç olan dijitalde de suçtur, temel ilke budur. Fakat internet dünyası çok hızlı geliÅŸtiÄŸi ve regüle edilmesi çok zor bir alan olduÄŸu için bununla ilgili uluslararası bir müktesebat da oluÅŸmuÅŸ deÄŸil. Farklı ülkelerin bu konuda farklı uygulamaları var. Mesela Almanya örneÄŸine baktığınızda bu konuda en sıkı tedbirleri almaya çalışan, hukuki anlamda çalışma yapan ülkelerden birisi olarak onların geçtiÄŸimiz özellikle 4-5 yıl içerisinde birçok yasa giriÅŸimi oldu, bunların bir kısmını birkaç aÅŸamada uyguladılar ve hep bu ilkeden hareket ettiler, gerçek hayatta suç olan sanal dünyada da suçtur. Peki bunu nasıl regüle edeceksiniz, nasıl takip edeceksiniz? Birisi sosyal medyayı kötü amaçlarla kullandığında, kiÅŸilik haklarını ihlal ettiÄŸinde, suç teÅŸkil eden bir eylemde bulunduÄŸunda ne yapacaksınız? Sizin gidip bu ÅŸirketlere, yani platformları yöneten ÅŸirketlere baÅŸvurmaktan baÅŸka ÅŸansınız yok. Mahkeme kararı bile çıkartsanız onu uygulayacak olan bu ÅŸirkettir, o platformdur, o sosyal medya mecralarıdır. Dolayısıyla burada ÅŸirketlere büyük bir sorumluluk düşüyor. Hatırlayın Amerika’da bile iÅŸte Facebook’la ilgili birçok konular gündeme geldi. ‘Seçim döneminde bilgileri alıp bunları bir tarafın lehine kullandırttınız mı?’ Çok ciddi bir suçlama, çok ciddi bir iddia bu, deÄŸil mi? BaÅŸka birçok alanda benzer uygulamalar, benzer davalar açıldı. Bunlarla ilgili büyük cezalar verildi. Neden yapılıyor bu? Çünkü kiÅŸi haklarını ihlal eden, suç teÅŸkil eden bir eylem o mecra üzerinden gerçekleÅŸtiriliyorsa suçu iÅŸleyen kiÅŸi kadar tedbir almıyorsa mecranın sahibi de sorumludur. Temel ilke bu. Dolayısıyla bu tasarı tabii ki meclisin uhdesinde, çalışılıyor. CumhurbaÅŸkanımız bir çaÄŸrı yaptı bununla ilgili, hem CumhurbaÅŸkanı hem de AK Parti’nin Genel BaÅŸkanı olarak tabii. Kendi grubuna da bir çaÄŸrı yaptı, Meclis’e de bir çaÄŸrı yaptı: “Gelin bununla ilgili bir düzenleme yapalım. Sosyal mecra kiÅŸilik haklarının ihlal edildiÄŸi, terör propagandasının yapıldığı, yalanın, iftiranın kol gezdiÄŸi bir yer olmaktan çıksın. İnsanların medeni, erdemli, doÄŸru bilgiye dayanan iletiÅŸim yapabileceÄŸi bir mecra olarak kullanılsın.”
Muhalif seslerin susturulması gibi bir…
Hayır böyle bir ÅŸey deÄŸil. Yani gerçek hayatta da muhalif sesler var, muhalefet çıkıyor muhalefetini yapıyor. Sanal dünyada da olabilir ama bunu yalana baÅŸvurmadan, iftiraya baÅŸvurmadan, terör propagandası yapmadan gerçekleÅŸtirmek esastır. Dolayısıyla burada bu düzenlemenin iki önemli ayağı var, sosyal medyanın diyeyim iki tane önemli ayağı var. Bir tanesi içeriklerle ilgili konu. Åžimdi birisi iÅŸte bir yalan, iftira veya benzeri bir ÅŸey ortaya attığında içerikle ilgili bir sorun ortaya çıkıyor. Sizin kiÅŸisel, kiÅŸi haklarınıza bir saldırı var, siz bunu kaldırılmasını istiyorsunuz. Çünkü herkes görüyor bunu. Siz ne yapıyorsunuz? O ÅŸirkete baÅŸvuruyorsunuz, netice almanız ne kadar sürer, alır mısınız, alamaz mısınız belirsiz. Mahkemeye gidiyorsunuz, mahkemeden karar alıyorsunuz, bu içeriÄŸin kaldırılmasını talep ediyorsunuz. O dahi herhangi bir muhatap olmayınca uygulanması mümkün olmayan bir karar olarak kalıyor. Sonra maÄŸdur olan yüz binlerce insan var. Bir muhatap bulamıyorlar. Dolayısıyla o ÅŸirketlerin mutlaka faaliyet gösterdikleri ülkelerde bir ofis açması, yani bir muhatap olması gerekiyor. Åžu ana kadar bu ÅŸirketler, bir, iki tanesi hariç ofis açmayı reddettiler Türkiye’de. Bu da bizi meselenin ikinci boyutuna getiriyor. O da ticari kısmı. Vergi ödemiyorlar. Bunlar son tahlilde ticari birer kuruluÅŸ. Bizim girip kullandığımız sosyal paylaşım mecraları birer ticari kuruluÅŸ. Para kazanıyorlar ama vergi ödemiyorlar. Åžimdi aynı gerçek dünyada olduÄŸu gibi siz bir malın vergisini kaçırdığınızda nasıl bunun bir müeyyidesi varsa sanal alemde de kazandığınız paranın vergisini ödemiyorsanız bu bir suçtur. Bundan dolayı da bu ÅŸirketler yıllarca, ben kendim bile görüştüm bunların birçok kurum baÅŸkanlarıyla heyetleriyle geçtiÄŸimiz yıllarda, ‘Gelin burada ofis açın, temsilcilik açın, verginizi ödeyin, bu içerikle ilgili konularda da bir muhatap oluÅŸsun ve bu sorunları hukuki olarak ÅŸeffaf bir ÅŸekilde çözmenin yollarını arayalım.’ Ama bugüne kadar bunu reddettiler. Åžimdi yeni düzenlemeyle bu iki ayağı, yani ticari kısmıyla kiÅŸilik haklarının korunmasını hedefleyen içerikle ilgili düzenlemeleri ihtiva edecek bir yasa tasarısı hazırlanıyor diye biliyorum. Nihai olarak tabii ki bu Meclisin uhdesinde. Böyle bir düzenlemenin herkesin faydasına olacağını düşünüyorum. Muhalif seslerin susturulması, oradaki renkliliÄŸin ortadan kaldırılması, kiÅŸilerin görüşlerini ifade edememesi gibi bir ÅŸey söz konusu deÄŸil. Orada meÅŸru kurallar çerçevesinde insanlar fikirlerini, görüşlerini özgürce ifade edebilirler. Bunun önünde herhangi bir engel söz konusu deÄŸil. Ama dediÄŸim gibi suç teÅŸkil eden, kiÅŸilik haklarını ihlal eden, mahremiyeti ortadan kaldıran, terör propagandası yapan, doÄŸrudan suça teÅŸvik eden paylaşımlar, propagandalar yapıldığı zaman bunlara karşı da tedbir alınmasından daha doÄŸal bir ÅŸey olamaz.
Siz hükümet olarak aslında Türkiye’de sosyal medyayı destekliyor musunuz? Yani bu anlamıyla bir sosyal medyayı destekliyor musunuz?
Bir iletiÅŸim mecrası olarak elbette göz ardı edemeyeceÄŸimiz bir gerçekliktir sosyal medya, hepimizin kullandığı, faydalandığı… Ama zannediyorum özellikle son dönemde sosyal medyada çirkinleÅŸen üslup, tarz, dil, paylaşımlar herkesi rahatsız ediyor. Ama ÅŸunu da söyleyeyim, bu meseleyi sadece kanun çıkartarak da çözemeyiz. Bir toplumsal bilinçlenmenin de olması gerekiyor. Toplum olarak bizim bu tür suç teÅŸkil eden, yüz kızartıcı, ahlak kurallarına aykırı, kiÅŸi haklarını ve mahremiyetini ortadan kaldıran hesaplara, paylaşımlara karşı ortak bir tavır içerisinde olmamız gerekiyor. Kanunlara baÅŸvurmadan önce müeyyideye baÅŸvurmadan önce vicdani müeyyidenin devreye girmesi gerekiyor. Herkesin o kiÅŸileri, o paylaşımları ayıplaması gerekiyor. Bu mecradan çıkartması gerekiyor. Bu bir kadına dönük saldırı olabilir, bu bir çocuk istismarı olabilir, cinsellikle ilgili bir suç olabilir, baÅŸka bir ÅŸey olabilir. Bu konuda vicdani kontrol ve düzenlemenin en az kanuni düzenleme kadar önemli olduÄŸunu akıldan çıkarmamız gerekiyor.
Aslında kendi Türk toplumsal yapımız, geleneklerimiz, kültürümüze baktığımızda sosyal medyanın buna hiç uygun olmadığını görüyoruz. Yani insanlar bir kadına hakaret edebiliyor, küfredebiliyor, onun kadınlığına, ailesine hakaret edebiliyorlar. Bu normalde toplumumuzun dinamiklerinde olan bir şey değil. Biraz sosyal medyanın da insanları, toplumları değiştirdiğini, bozduğunu görüyorum. Bilmiyorum, katılıyor musunuz?
Sosyal medya insanların sahte kimlikler, sahte maskeler arkasından konuÅŸmasına imkan saÄŸlayan bir mecra. Bundan cesaret alan bazı kiÅŸilerin bu mecrayı kirlettiÄŸini maalesef gördük, görüyoruz. Belki benim ‘Vicdani müeyyide, vicdani kontrol, vicdani düzenleme’ dediÄŸim ÅŸey biraz bununla ilgili. Ne söylüyorsanız dürüstçe, ahlaklı bir ÅŸekilde, seviyeli bir ÅŸekilde söyleyin. Birtakım sahte kimliklerin, bot hesapların, sahte hesapların arkasına sığınarak deÄŸil, kimseniz, ne iseniz o ÅŸekilde çıkıp söyleyeceÄŸiniz sözü söyleyin. Bu cesareti olmayanlar da bu mecrayı kirletmesinler.
Efendim son sorumuz Ayasofya ile ilgili. Malum Ayasofya ile ilgili ÅŸu an Danıştayda bir süreç var. Ancak tabii bir taraftan Amerika BirleÅŸik Devletleri’nden bir açıklama geldi, bir taraftan Yunanistan’dan Ayasofya ile ilgili açıklama geldi. Siz bu açıklamaları nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki günlerde biz ne göreceÄŸiz Ayasofya ile ilgili?
Åžimdi Ayasofya’nın camiye çevrilmesi meselesi uzun yıllardır gündemimizde olan, toplumsal talebi ve karşılığı olan bir mesele. Bunu “Camiye çevrilirse Ayasofya’nın dünya mirası kimliÄŸi ortadan kalkar” ÅŸeklinde eleÅŸtirenler var. BahsettiÄŸiniz ülkelerin bir kısmı bu yönde eleÅŸtiriler ya da açıklamalar yaptılar. Fakat bu bize hiç de öyle görünmüyor. Bizim bütün selatin camilerimiz, İstanbul’da örneÄŸin Sultanahmet Camisi olsun, Fatih Camisi olsun, Süleymaniye olsun, diÄŸer camilerimiz olsun, hem ibadete hem ziyarete açık mekanlardır. Turistler de giderler, belli saatlerde belli kurallar çerçevesinde buraları ziyaret edebilirler. Yabancıların yahut yerli turistlerin bu tür mekanları ziyaret etmesi için illa buraların müze olması gerekmiyor. Notre Dame örneÄŸi de var mesela Paris’te. Hem kilisedir hem müzedir. Ayin zamanı insanlar giderler orada ayin yaparlar Hristiyanlar. Normal zamanda da turistler giderler ziyaret ederler. Sacre Coeur Kilisesi vardır yine Paris’te. Bunun önünde bir engel yok. Ayasofya’nın da ibadete açılması yerli yahut yabancı turistlerin orayı ziyaret etmesine mani deÄŸil. Dolayısıyla dünya mirasından bir ÅŸey kaybetmesi söz konusu deÄŸil. Buranın tarihi tabii kilise olarak baÅŸlamış, cami olarak devam etmiÅŸ, sonra da müze olarak devam etmiÅŸ. Bu üç kimlik, Ayasofya’nın 3 hayatı içinde herhalde onun asli kimliÄŸine en uzak olan müze statüsü. Yani bir mabet olarak kurulmuÅŸ, daha sonra camiye çevrilmiÅŸ ve 500 yıldan fazla bu ÅŸekilde devam etmiÅŸ. Cumhuriyetin ilk yıllarında da biliyorsunuz Ayasofya bir cami olarak, yani 34’e kadar, 23’ten 34’e kadar, hatta 20’yi esas alırsanız Meclisin kuruluÅŸundan, zaten cami olarak faaliyet göstermiÅŸ. Dolayısıyla buranın ibadete açılması Ayasofya’nın tarihi dünya mirası kimliÄŸinden bir ÅŸey eksiltmez. Daha fazla insan oraya gidebilir, ziyaret edebilir. Nasıl atalarımız oradaki Hristiyan ikonalarını muhafaza ettiyse bundan sonra da onlar muhafaza edilir. Ziyaretçilerin gene ziyaretine açılır. Bununla ilgili çalışmalar yapılır. Bunlar birbirini nakzeden durumlar deÄŸil.
Peki ama mesela ÅŸimdi Avrupa’dan bakış olarak deÄŸerlendirdiÄŸinizde ise aslı kilise olan bir yerin tekrardan camiye çevrilmesi, Türk hükümetinin dinlere karşı müsamaha göstermemesi gibi bir algı oluÅŸturuyor. Sizin diÄŸer dinlere karşı, oysa mesela hükümetinizin, biliyoruz iÅŸte Akdamar kilisesinin açılması, Sümela Manastırının yeniden faaliyete geçirilmesi konusunda (İbrahim Kalın araya giriyor – İstanbul’da Demir Kilise’nin açılması) çalışmalarınız var. Bu noktada gelecek olan eleÅŸtirileri Türkiye kaldırabilecek mi?
Geçen CumhurbaÅŸkanımız bir önemli beyanatta bulundu bu konuyla ilgili, ‘Belki vatandaÅŸlarımız bilmeyebilir ama bugün Türkiye’de 400’den fazla kilise ve havra aktif olarak faaliyet gösteriyor.’ dedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yahut milletinin, toplumun gayrimüslim azınlıklara dönük böyle bir baskıcı, yok sayıcı, inkar edici bir tavrı olsaydı herhalde küçük ama canlı bir gayrimüslim cemaatimiz Hristiyan ve Yahudi cemaatimiz olmazdı bugün Türkiye’de. O kadar kilise, havra faaliyet gösteriyorsa bunu hem devlet böyle kabul ettiÄŸi hem toplumuz barışçıl bir ÅŸekilde böyle kabul ettiÄŸi içindir. Onlar da bizim toplumumuzun bir parçasıdır. Bu toplumdan yüzlerce yıldır parçası olmuÅŸ insanlardır. Biz onlarla birlikte yaşıyoruz İstanbul’unda da Mardin’inde de birlikte yaÅŸamaya da devam edeceÄŸiz. Bizim baÅŸkalarının tavassutuna, müdahalesine ihtiyacımız yok. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Hristiyan vatandaşıyla da Musevi vatandaşıyla da eÅŸit vatandaÅŸ olarak konuÅŸurum, meselelerimizi ele alırım, ihtiyaçları varsa bunların karşılanması için elimizden geleni yaparız. BaÅŸkalarının aracılığına bizim ihtiyacımız yok. CumhurbaÅŸkanımız bu konuda son yıllarda en büyük vizyoner liderliÄŸi ortaya koymuÅŸ bir liderdir. Bunu bana deÄŸil Hıristiyan ve Musevi cemaatinin temsilcilerine sorun, onlar size anlatacaktır. Yani bu cemaatlerin dini ihtiyaçlarının karşılanması, mabetlerin açılması, korunması, dini meclislerinin yani Saint Sinot’ta ve diÄŸer din adamı ihtiyaçlarının karşılanması noktasında vatandaÅŸlık verilmesi, geçmiÅŸe dair müsadere edilmiÅŸ, yani el konulmuÅŸ taşınmazlarının iade edilmesi ve diÄŸer bütün konularda herhalde Türkiye’nin son 10-15 yılda aldığı mesafe gerçekten gurur verici bir tablodur. Dini çoÄŸulculuÄŸa, barış ve istikrara katkı saÄŸlayan adımlar atılmıştır, tarihi nitelikte adımlar atılmıştır. Ve baktığınız zaman bu konularda bizim gayrimüslim cemaatimizin hem devletin politikalarından hem uygulamalardan memnun olduÄŸunu ama dışarıdan bu tür müdahalelerden de namemnun olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kaynak: AA