“Dünyanın pek çok yerinde İslam düşmanlığı hastalığı tıpkı kanser hücresi gibi hızla yayılıyor”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Batı başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde İslam düşmanlığı hastalığı tıpkı kanser hücresi gibi hızla yayılmaktadır.” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara ATO Congresium’da düzenlenen “1. Uluslararası Medya ve İslamofobi Sempozyumu“ndaki konuşmasına, kendisini dinleyenleri selamlayarak başladı.

Uluslararası Medya ve İslamofobi Sempozyumu’nun insanlık, İslam alemi, Türkiye ve kurumları için hayırlara vesile olmasını dileyen Erdoğan, görüşleri, değerlendirmeleri ve tartışmaları ile sempozyuma katkı verecek olan herkese teşekkürlerini sundu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İletişim Başkanlığı’nın desteğiyle RTÜK, Diyanet İşleri Başkanlığı, TRT, Erciyes Üniversitesi ve SETA tarafından düzenlenen bu toplantının icrasında emeği geçen herkesi tebrik eden Erdoğan, “Sözlerime, karşımızdaki meselenin İslamofobi yani ‘İslam korkusu’ değil, düpedüz İslam düşmanlığı olduğunu belirterek başlamak istiyorum. Evet, Batı başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde İslam düşmanlığı hastalığı tıpkı kanser hücresi gibi hızla yayılmaktadır.” dedi.

Tarih boyunca farklı dinlere mensup insanlar arasında rekabet, gerginlik, hatta çok kanlı çatışmaların olduğunu belirten Erdoğan, Anadolu’yu ve Kudüs’ü ele geçirme hülyası ile gerçekleştirilen ve uzunca bir süre devam eden Haçlı Seferleri’nin yol açtığı yıkımların dünya tarihinin seyrini değiştirdiğini hatırlattı.

“Osmanlı’nın Viyana kapılarına kadar dayanan fetihleri sırasında bu çerçevede ne ecdadı ne bizi ne de torunlarımızı zan altında bırakacak hiçbir müessif hadiseye rastlanamaz.” diyen Erdoğan, buna mukabil Batı’nın, Türklerin şahsında somutlaştırdığı doğulu toplumlara karşı kibrini ve kinini “oryantalizm” kavramı adı altında daima koruduğunu söyledi.

Bunun son örneklerinden birinin de Avusturya Başbakanlık binasına terörist İsrail’in bayrağının çekilmesi olduğunu belirten Erdoğan, bunun nerelere vardığını çok rahat anlamanın mümkün olduğunu söyledi.

Erdoğan, şunları kaydetti:

“Esasen Osmanlı bakiyesi coğrafyalarda girişilen geniş siyasi ve kültürel değişim hareketleri, Batı’nın bu bölgedeki farklılıkları kendi formatı içinde eriterek yeniden kurgulama gayretinden ibarettir. Çevremize baktığımızda yer yer kısmi başarılarına rastlayabileceğimiz bu yaklaşım, içerdiği dini ve etnik ırkçılık sebebiyle geniş bir taban tutmakta muvaffak olamamıştır. Bu başarısızlık, İslam dünyasında bitip tükenmek bilmeyen dış müdahaleler, iç çatışmalar, derin ve kanlı hadiseler şeklinde kendini göstermiştir. Yakın tarihte İslam düşmanlığının yol açtığı acıların, Bosna’daki katliamların, Arakan’daki kıyımlara halen Türkistan’dan Filistin’e pek çok yerde yaşanan trajedilere kadar sayısız örneği vardır.”

“Oyalayarak geçiştirmeye çalışıyor”

Günümüzdeki İslam düşmanlığı dalgasının çok daha sinsi ve örtülü yöntemlerle yürütüldüğüne dikkati çeken Erdoğan, “Amerikan yönetiminin 11 Eylül saldırıları ardından başlattığı Müslümanları şeytanlaştırma stratejisi pek çok toplumun kültürel yapısında zaten var olan İslam düşmanlığı virüsünü tetikleyen bir işlev görmüştür.” dedi.

Erdoğan, bugün Avrupa’da Fransa’nın başını çektiği bazı ülkelerin, İslam’ı kendi meşreplerine göre şekillendirmek için yoğun çaba içinde olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

“Sanayi Devrimi’nin ardından kendi halkları ile birlikte sömürgeleştirdikleri pek çok coğrafyanın doğal kaynağı, alın teri ve kanı üzerinde güçlü bir güvenlik ve refah düzeni kuranlar, 21. yüzyıla ciddi endişelerle girdiler. Azalan nüfus artışı hızları sebebiyle demografik tehditlerle de karşı karşıya olan Batı ülkeleri, değişen küresel güç dengelerinin yol açtığı belirsizlikleri, kendi kamuoylarını faşist söylemlerle oyalayarak geçiştirmeye çalışıyor. Marjinal kabul edilen kimi ırkçı akımların artık siyasetin merkezine yerleşmeleri, Batı’nın içine düştüğü bataklıktan kurtulmak yerine, derine gömülmeyi tercih ettiğinin işaretidir. Uzunca bir süre dini özgürlüklerin kalesi olarak kendilerini dünyada seçkin bir konuma oturtanlar, bugün Müslümanlara ait her türlü sembolü yasaklama yarışına girmiştir. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e, Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu Vesselama, Müslüman kadınların ve erkeklerin kıyafetleri başta olmak üzere dini tercihlerini ifade eden sembollere yönelik saldırılar, bizzat devletler tarafından himaye edilmekte, dolayısıyla desteklenmektedir.”

“İstatistikler vahim boyutları gösteriyor”

İstatistiklerin sorunun ulaştığı vahim boyutları açıkça gösterdiğini belirten Erdoğan, Batı’da ırkçı ve İslam düşmanı saldırıların son 5 yıl içinde yüzde 250, bu saldırılarda hayatını kaybedenlerin oranının ise yüzde 700 arttığına dikkati çekti.

Erdoğan, son 5 yıl içinde en büyük 5 Avrupa Birliği ülkesinde sivil toplum kuruluşlarına 15 binin üzerinde İslam düşmanlığı hadisesinin bildirildiğini aktardı.

Avrupa’da mukim Türk vatandaşlarını hedef alan saldırıların oranında da geçen yıla göre yüzde 54 artış olduğunu dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:

“Bir süre öncesine kadar sadece göz yumulan, sessiz kalınan, polisiye hadiseler seviyesinde tutularak dikkatlerden kaçırılan İslam düşmanlığı, bütün bu faaliyetleri, artık anayasalara ve kanunlara derç edilmeye başlanmıştır. Ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenen siyasi partilerle polis teşkilatları başta olmak üzere tüm vatandaşların güvenliğini sağlamakla sorumlu kamu otoriteleri adeta bir İslam düşmanlığı yarışına girişmiştir. Siyasetin ve kamu kurumlarının bu yönelimleri, Batı ülkelerinde yaşayan demokrat insanlar arasında da İslam’a ve Müslümanlara karşı temelsiz bir ön yargının gelişmesine yol açmaktadır. Halbuki özgürlüklerin ortadan kalktığı bir yerde, refahın da uzun süre varlığını sürdüremeyeceği gerçeğine sırtını dönenler, aslında İslam’a değil, kendi geleceklerine düşmanlık etmektedir.”

“Zihniyet aynı olunca…”

“Şu gerçeğin akıl ve vicdan sahibi herkes tarafından kabul edileceğine inanıyorum.” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tarih boyunca, İspanya’dan Almanya’ya kadar Yahudi düşmanlığı ayıbının mahcubiyetiyle dini ve etnik özgürlük pergelini olabildiğince açan Batı ülkeleri, şimdi aksi istikamette hızla yol almaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında bütün bu yaşanan Yahudi soykırımını kendilerince özel bir paranteze alanlar, bu defa hedef tahtasına Müslümanları yerleştirmişlerdir. Zihniyet aynı olunca sonuçların farklı çıkması mümkün değildir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Müslümanlara yönelik bu yeni ırkçılık, Batılıların kendileri tarafından ‘İslamofobi’ adıyla yumuşatılmak istense de biz, gerçekte yapılanın İslam düşmanlığı olduğunu gayet iyi biliyoruz.” ifadelerini kullandı.

Önceleri İslam düşmanlığını “İslami terör” yaftasıyla meşrulaştırmaya çalışanların, gelinen noktada hiçbir ayrım yapmadan tüm Müslümanları hedef almaktan kaçınmadığını dile getiren Erdoğan, “Çünkü mızrak çuvala sığmıyor. Kendilerini kültürel olarak üstün görenler, Müslümanlar başta olmak üzere diğer tüm grupları ötekileştirmekten de imtina etmiyor.” dedi.

“Öteki”ne yüklenen olumsuz anlamların, Batının kendi iç meselelerini çözmekte zorlandıkça artmasının gerisindeki saiklerin de iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Erdoğan, “Asırlar boyunca bizzat aydınlarını kullanarak, kuşaklar boyunca kendi toplumlarını İslam’la özdeşleştirdikleri Türk korkusuyla yetiştiren Avrupa, böylece siyasi dağınıklığının yol açtığı sorunları saklamayı başarmıştır. Modern dönemde bu yaklaşımın kısmen devam etmesi, derin hafızadaki iç kavga ve dış düşman travmalarının sürdüğüne işaret etmektedir.” diye konuştu.

“Yeni motivasyon aracı İslam düşmanlığı olarak şekillenmektedir”

Salgınla beraber siyasi ve ekonomik gücü kaybetme kaygısı derinleştikçe, Avrupalıların dengesinin de bozulduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:

“Bu da modern Avrupalı kimliği, daha doğrusu Avrupalı birliğini, dini ve kültürel fanatizmin dozunu artırarak koruma refleksinin yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Soğuk savaş döneminde, komünizm tehdidine karşı korunan bu Avrupalı kimliğinin yeni motivasyon aracı, İslam düşmanlığı olarak şekillenmektedir. Hristiyanlık içinde varoluş amacını İslam düşmanlığı olarak belirleyen kimi akımların sahip oldukları siyasi ve ekonomik gücün de katkısıyla giderek etkinlik kazanmalarını da bu çerçevede değerlendirebiliriz.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünyadaki gelişmelerin, Avrupa’nın sahibi olduğu ekonomik zenginliği koruma ve güvenlik kaygılarını daha da artırma yönünde ilerlediğine dikkati çekerek, bunun da İslam düşmanlığının yükselmeyi sürdüreceği anlamına geldiğini söyledi.

Batı medyasını yakından takip edenlerin, Müslümanları “terörist”, İslam’ı “terör dini” olarak gösterme gayretlerinin arttığını göreceklerini dile getiren Erdoğan, sürekli güçlenen İslam düşmanlığı akımına karşı yeni ve daha etkili yaklaşımlar geliştirmeleri gerektiğine vurgu yaptı.

Erdoğan, “Her şeyden önce, dünyadaki 7,5 milyarı aşkın insanın her birine İslam’ın değil, İslam düşmanlığının küresel bir tehdit olduğunu anlatmalıyız. Batının bu tehdidin siyasi, sosyal, psikolojik, ekonomik boyutlarını tartışmak yerine ırkçı ve ayrımcı akımların etkisine girmesi işin kolayına kaçmaktan başka bir şey değildir.” değerlendirmesinde bulundu.

Bunun kolay bir yol olmadığını bildiklerini vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:

“Batıyı bir yana bıraktık, kendi ülkemizde bile bu hastalığın çeşitli tezahürleriyle karşılaştığımız gerçeğini unutmamalıyız. Nüfusunun çok büyük bir bölümünü Müslümanların oluşturduğu bir ülkede, ezana, camiye, başörtüsüne, dini ibadetlere tahammül edemeyenlere rastlayabiliyoruz. Ülkemizde yıllardır süren laiklik tartışmalarının gerisinde, dini özgürlüklerin korunmasından ziyade yasaklanması niyetlerinin yol açtığı gerilimler vardır. Devletle vatandaşını karşı karşıya getiren bu çarpık zihniyet, darbelerin en büyük bahanelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok partili siyasi hayatımızın kara lekeleri olan 1960 ve 1980 darbeleriyle 28 Şubat müdahalesinin argümanlarına baktığımızda bu gerçeği hep birlikte görüyoruz, görebiliriz. Demek ki İslam düşmanlığına karşı yürüteceğimiz mücadelenin stratejisini, içeriği de kapsayacak şekilde belirlememiz gerekiyor.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu mücadelede üzerinde en çok durulması gereken unsurların başında medyanın geldiğine dikkati çekerek, “İsrail’in Filistin şehirlerinde yol açtığı yıkımın ve gerçekleştirdiği katliamın üstünü örterken, kendi hayat hakkını koruyan insanların direnişine terör yaftası yapıştırılabilen bir medya düzeninde işimizin zor olduğu ortadadır.” dedi.

Aynı durumun Türkiye için de geçerli olduğunu belirten Erdoğan, “Türkiye’nin terör örgütlerine karşı yürüttüğü bu mücadeleyi insan hakları ihlali kapsamına sokmaya çalışanlar, kendilerine yönelik en küçük bir tehdide karşı sergilenen orantısız gücü ise olabildiğince yüceltiyorlar. Bu vesileyle 28 yıl önce, 24 Mayıs 1993 tarihinde PKK tarafından Bingöl-Elazığ yolunda otobüslerinin önleri kesilerek alçakça şehit edilen 33 sivil ve silahsız askerimizi rahmetle yad ediyorum.” diye konuştu.

“Uluslararası alanda güçlü bir iletişim ağı kurmaları şarttır”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendilerine düşen görevin, ellerindeki tüm imkanları kullanarak gerçekleri dünyaya anlatmak için çalışmak olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Dünyanın her yerindeki vicdan sahibi siyasetçileri, aydınları, medya mensuplarını, din adamlarını, bu arada kendi din adamlarımızı, İslam düşmanlığı hastalığına karşı harekete geçirmemiz gerekiyor. Bu tehdide maruz kalan tüm toplumların ve ülkelerin bir araya gelerek, uluslararası alanda güçlü bir iletişim ağı kurmaları şarttır. İnsanlığın tamamının huzuru ve güvenliği için hayati öneme sahip ‘İslam düşmanlığının önüne geçilmesi çabaları’, oluşturulacak ortak akıl mekanizmaları ile yürütülmelidir. Aksi takdirde, çok vakit ve enerji harcandığı halde oldukça az neticenin alındığı verimsiz bir tabloyla karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır.

Dünyadaki mültecilerin çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyor, iç çatışmalarda en çok Müslümanlar ölüyor, sefalet en çok Müslümanlar arasında görülüyorsa ortada öncelikle çözülmesi gereken birlik beraberlik ve dayanışma sorunu var demektir. İslam dünyası kendi arasında vahdeti tesis ettiğinde İslam düşmanlığına karşı verilecek mücadelenin kısa sürede neticeye ulaşması mümkündür. Aksi takdirde hep konuşulan, hep tartışılan ama işe yarar tek bir adımın bile atılamadığı mevcut kısır döngü hali sürüp gider.”

Sempozyumun bu doğrultuda yeni bir dönemin başlangıcına vesile teşkil etmesini dileyen Erdoğan, programa fikirleriyle katkı verecek tüm bilim insanlarına, medya mensuplarına ve katılımcılara teşekkür etti.

Erdoğan, toplantının düzenlenmesinde emeği geçenleri de tebrik etti.

Sempozyumdan notlar

Konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin tarafından, “Osmanlı Devleti zamanında bir Yahudi vatandaşın hükümdara sunduğu arzuhalin” yer aldığı tablo takdim edildi.

Erdoğan daha sonra sempozyuma katılanlarla fotoğraf çektirdi.

Sempozyuma, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık da katıldı.

Anadolu Ajansı, İslamofobi İzleme Birimi oluşturacak

AA Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Karagöz, “AA olarak, misyon edinerek yeni bir İslamofobi karşıtı içerik üreteceğiz. AA’nın uluslararası ayağı yeni dönemde güçlenecek ve en önemli, birinci konumuz İslamofobi ile mücadele olacak.” dedi.

Mümin Altaş   |25.05.2021

Anadolu Ajansı, İslamofobi İzleme Birimi oluşturacakFotoğraf: Halil Sağırkaya/AA

Ankara

Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz, ATO Congresium’da düzenlenen 1. Uluslararası Medya ve İslamofobi Sempozyumu‘nda yaptığı konuşmada, uluslararası sempozyumların, uluslararası kayıt düşmek anlamında büyük önem taşıdığını, yurt dışında farklı dillerde bu sempozyumları yapmanın, konuya ilişkin yaklaşımların küresel düzeyde güçlenmesini sağlayacağını belirtti.

Medya kavramını kapitalist sistem içinde en fazla sorgulayanların, Marksist ve Neo-Marksist yaklaşıma sahip düşünürler olarak ortaya çıktığına işaret eden Karagöz, medya üzerine en fazla atıf yapılan, referans gösterilen düşünürün Noam Chomsky olduğunu söyledi.

Chomsky’nin, küresel medya düzenini bir cümleyle özetlediğine dikkati çeken Karagöz, şunları kaydetti:

“Birebir ifade etmek gerekirse ‘Medya kendisini denetleyen ve finanse eden güçlü toplumsal grupların çıkarlarına hizmet eder ve onların lehine propaganda yapar.’ Bu, Chomsky’nin tanımı. Doğru mu, sağlamasını yapabiliyor muyuz? Amerikan medyasına baktığımızda yapabiliyoruz. Amerikan medyasına değil de Pakistan, Malezya ya da dünyanın herhangi bir yerindeki medyaya baktığımızda bu ifade kendisine gerçek anlamda yer buluyor. Eleştirel düşünce zaten böyle gelişiyor. Medya dediğimiz yapı, günün sonunda hakim ya da güçlü olan toplumsal grupların çıkarlarına hizmet eden bir form olarak karşımıza geliyor.” diye konuştu.

Marksist ekolden gelen Gramsci’ye atıfta bulunan Karagöz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“O, bunu rıza üretme kabiliyeti olarak görüyor. Biz bir şeyi doğru, makul, mantıklı olarak nasıl görüyoruz? Rızamızla görüyoruz. Peki o rızamızı ne üretiyor? İşte burada, medya ve kitlesel iletişim araçlarının kontrol edenleri ve sahipleri devreye giriyor. Bir şey iyi mi, kötü mü, nasıl algılıyoruz bunu? Dünyadaki İslam imajını kim çiziyor? ABD’de, Ohio eyaletindeki mısır üreticisine sorduğunuzda İslam ile ilgili fikirleri nasıl şekilleniyor? Medya dediğimiz, büyük ölçüde konvansiyonel ve dijital medya yoluyla şekilleniyor. Öyle bakıyor olaya ortalama bir dünya vatandaşı. ‘Ben bundan kendimi kurtarıyorum’ diyen insanın mağarada, bütün kitle iletişim unsurlarından kendisini uzak tutarak yaşaması lazım. Karşımızda devasa bir sarmal var. Bu sarmalı değiştirecek, bu hegemonyayı rahatsız edecek tek bir şey var o da İslam. Hegemonya, Hollywood ile müzik endüstrisiyle, haber, fotoğraf ve haber başlığı seçimiyle kendisini devam ettirecek ve hedeflediği toplumlarda bir rıza oluşturacak yaklaşımları sergiliyor.”

New York Times’ın Mısır’daki darbeyi, web sitesinin manşetine, Kahire’de havai fişek atılan bir fotoğraf ve “darbeyle devrildi” ifadesiyle taşıdığını anımsatan Karagöz, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Tüm insanlığa bu manşetteki duyguyu sorsak seçilen havai fişek görselinden dolayı New York Times’ın bunu olumladığını söyleyecektir. Olumluyor mu? Evet, olumluyor. ABD yönetimi, o zaman John Kerry, bunu ‘demokrasinin restorasyonu’ olarak ifade etmişti. Buradan hareketle Batı’da üretilen haber, başlık, fotoğraf tamamıyla o hegemonyanın, iktidarın yeniden üretilmesiyle alakalıdır. Kendisini kabul etmeyen, direnç gösteren, tehdit olarak konumlandıran her şeyi o hegemonya stratejik olarak ötekileştirir ve onunla mücadele eder.”

“Pakistan-Malezya-Türkiye İslamofobi Grubu”

Karagöz, İslamofobi’nin yeni bir şey olmadığını, batı hegemonyası kurulduğu andan itibaren Batılı yönetici elitlerce üretilen, problem olarak değerlendirilmeyen bir durum olduğunu aktardı.

İslamofobi’nin literatüre girmesinin yeni olduğunu belirten Karagöz, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Edward Said 1982’de bunu ifade ediyor ve ondan sonra İslamofobi gündeme geliyor. Antisemitizmle bunu karşılaştırıyoruz. Antisemitizm bir semit karşıtlığı, İslamofobi ise bir korku. Böcek korkusu gibi basit bir korku. İfadenin kavramsallaştırılması bile problemli. Fakat literatüre girdiği için uluslararası yayıncılık yapan medya organları olarak bunu kullanıyor, kendi aramızda da tartışıyoruz. Bir yeni kavram, antisemitizm gibi anti-İslam kavramı çıkartılacak, altı doldurulacak ya da şu ana kadar literatüre girmiş ve pek çok ürün verilmiş İslamofobi kavramının altı doldurulacak. Sayın Cumhurbaşkanımızın, ‘Pakistan, Malezya ve Türkiye olarak bir İslamofobi ile mücadele grubu kuralım’ şeklinde yaklaşımı vardı. O yaklaşım çerçevesinde çalışmalara devam ediliyor. Bunun bir an önce hızlandırılmasında bir misyon üstlenmeye hazırız. Çünkü bunu bir varlık sebebi olarak görüyoruz. Hegemonya dünyada sadece Müslümanların değil hemen hemen herkesin algısını kuşatırken ona bir direnç göstermek istiyoruz. İslamofobi, bu anlamda çok önemli bir direnç noktasıdır.”

Karagöz, İslamofobi konusunun Batı’da iki konforlu alan oluşturduğunu, birinci olarak Batı’ya görsel bir tepki sunduğunu dile getirdi.

“Bak, biz buyuz, bunlar da bu” denilerek bir Batılının kendi sistemine olan sadakatinin artırıldığına dikkati çeken Karagöz, bu yüzden İslamofobi’nin hegemonlar açısında asla vazgeçilmeyen bir konu olduğunu söyledi.

İkinci olarak, İslamofobinin Batı’nın güvenlik politikalarına da zemin oluşturduğunun altını çizen Karagöz, şunları söyledi:

“Bakın bu insanlara medeniyet götürüyoruz, bu insanlar bizi kesiyorlar, bunların ehlileştirilmesi lazım, onun için biz güvenlik politikaları uyguluyoruz, işgal ediyoruz, bombalıyoruz, yok ediyoruz, diyorlar. Bütün güvenlik politikalarının arkasında Batı medyasında kurgulanmış İslamofobik yaklaşımların oluşturduğu bir zemin var. Aynı şekilde sadece İslam dışı toplumlarda etkili olmuyor. Müslümanların çoğunlukta olduğu toplumlarda da İslamofobi çok yaygın. Tunus, eski Türkiye… Eski Türkiye medyasındaki İslamofobik yaklaşımları hepimiz biliyoruz. Burada, ultra sekülerler ile Müslümanlar arasında çok büyük bir iktidarı yeniden üretme enstrümanına dönüşüyor. 2002 yılına kadar bu ülkede İslam, dindarlık ötekileştirilmiş ve medya eliyle de bu üretilmiş. Türkiye’de medya eskiden İslamofobi’yi kullanarak sürekli tehdit üretmiş, irtica demiş. 28 Şubat süreçlerini hatırlayalım. İslam dışı toplumlarda da İslamofobi çok yaygın.”

“Hegemonyanın zayıf karnı İslamofobi’dir”

Karagöz, görünür baş örtüsü simgesi üzerinden hem Batı’da hem de dünyanın değişik yerlerinde İslamofobi’nin en büyük mağdurunun kadınlar olduğunu ifade etti.

Kadınlar üzerinden de Batı algısına hep bir mesaj verildiğini söyleyen Karagöz, “Bu olumsuzlama, kadın üzerinden yapılıyor. Feminist hareketler, kadın hareketleri İslamofobi ile karşı karşıya kalmış; mağduriyet yaşayan kadınların hiçbir zaman yanında olmuyor.” diye konuştu.

AA Genel Müdürü Karagöz, şunları kaydetti:

“AA olarak, yeni dönemde bunu bir misyon edinerek yeni bir İslamofobi karşıtı içerik üreteceğiz. Tüm abonelerimize. Sadece Türkiye’de abonelerimiz yok. AA’nın uluslararası ayağı yeni dönemde güçlenecek ve en önemli, birinci konumuz İslamofobi ile mücadele olacak. Özel bir ekibi bu noktada istihdam edeceğiz. Sadece Türkiye’den değil dünyanın her tarafından. Sadece Müslüman da değil dünyanın her türlü inancından insan bu İslamofobi ekibinin içinde yer alacak. Abonelerimize bir paket dahilinde, İslamofobik yaklaşımları hem takip edeceğiz hem de servis edeceğiz. Yeni bir ürün ve paket olarak bunu tasarlıyoruz. Özel haber paketlerimiz olacak. Bütün bunlardan daha önemlisi bütün dünyada servis edeceğimiz İslamofobi İzleme Birimi’mizin İslamofobi ile alakalı haber paketleri olacak. Bunun, en azından küresel düzeyde Batı hegemonyasına direnç göstermek isteyen kişilere etki edeceğini düşünüyorum. Çünkü biz başka türlü bir mücadele inşa edemeyiz. Bu hegemonyanın zayıf karnı İslamofobidir. İslamofobi ile mücadele etmek sadece dini inançtan dolayı ötekileştirilen bir grubun haklarını savunmak değil, küresel düzene en haklı en meşru ve en güçlü itirazı yapmaktır. İslamofobi ile mücadelenin bayraktarlığında, dünyada Türkiye, Türkiye’de de Anadolu Ajansı, TRT World, Daily Sabah gibi uluslararası yayın yapan kuruluşlar bir misyon üstleniyor. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.”

Karagöz, akademisyenlerin, entelektüellerin ve medya mensuplarının bir araya geldiği, “İslamofobi” kelimesinin tartışıldığı bir çalıştay yapılmasının gerekliliğine işaret ederek, bunun, 2. Uluslararası Medya ve İslamofobi Sempozyumu’na da zemin hazırlayabileceğini söyledi.

Kaynak: AA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir