“Ä°slam dininin en büyük düşmanlarından biri cehalet ve bilgisizliktir”
Eski Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Lütfi DoÄŸan, “Ä°slam dininin en büyük düşmanlarından biri cehalet ve bilgisizliktir. Ä°kincisi, hidayetten nasibi olmayan kimselerin ‘Ä°slam’ı nasıl çürütürüz?’ ÅŸeklinde teÅŸebbüsleridir. Bunu hiçbir zaman unutmayalım.” dedi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı, ilim ve siyaset adamı Lütfi DoÄŸan, Ankara Keçiören’deki İslami Ä°limleri AraÅŸtırma ve Yayma Vakfında (Ä°SÄ°LAY) talebe yetiÅŸtirme çalışmalarını sürdürüyor.
Kurucusu olduğu vakıfta eğitim faaliyetlerini yürüten Doğan, ilmi ve siyasi hayatı boyunca gönül insanlığı, nezaketi ve beyefendi kişiliğiyle önemli bir duruşu temsil etti.
Gümüşhane’nin Köse ilçesinin Salyazı köyünde 1930’da dünyaya gelen DoÄŸan, babası Mehmet Fehmi Efendi’den Kur’an-ı Kerim okumayı öğrendi ve 1942’de dayısı Kurra Hafız Fevzi Efendi’de hıfzını tamamladı.
Dönemin önemli ilim adamlarının tedrisinde tecvid, kıraat ve Arapça gibi dini ilimleri tahsil edip icazet alan Doğan, ilk, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdi.
Askerlik dönüşü Gümüşhane’nin merkez ilçesinin Özcan Mahallesi’nde imam hatip olarak göreve baÅŸlayan DoÄŸan, 1954’te Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının açtığı müftülük imtihanını kazanarak muhtelif ÅŸehirlerde müftülük, müftü yardımcılığı ve vaizlik yaptı.
Ankara’daki görevi sırasında Ankara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesinden 1965’te birincilikle mezun olan DoÄŸan, Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulu Ãœyesi iken Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkan Yardımcılığına tayin edildi.
Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı vazifesine 15 Ocak 1968’te vekaleten atanan DoÄŸan, bu görevini 25 AÄŸustos 1972’ye kadar yürüttü.
Daha sonra Milli Görüş hareketinin kurucu lideri ve eski baÅŸbakanlardan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın daveti üzerine siyasete giren DoÄŸan, Milli Selamet Partisinden (MSP) 1973-1980 arasında 2 dönem Erzurum Senatörü olarak görev yaptı.
1980 askeri darbesi döneminde Kirazlıdere Tutukevi’nde 8 ay tutuklu kalan DoÄŸan, 1991’den itibaren 3 dönem Gümüşhane Milletvekili olarak TBMM’de yer aldı.
Bir kısım arkadaşıyla 1987’de Ä°SÄ°LAY’ı kuran DoÄŸan, Arapça, Farsça ve Fransızca biliyor. Mütevelli Heyeti BaÅŸkanı olduÄŸu vakfın Keçiören ve Balgat’taki müesseselerinde, ilerleyen yaşına raÄŸmen eÄŸitim faaliyetlerine devam eden 90 yaşındaki DoÄŸan, “Türkiye’nin YaÅŸayan Ä°lim Hazineleri” haber dosyası kapsamında hayat hikayesi, ilmi çalışmaları, siyasi hayatında tanık olduÄŸu önemli olaylar, Ä°slam dünyasında son dönemde varlık gösteren “ÅŸiddet” ve “terör” eÄŸilimli akımlarla ilgili deÄŸerlendirmelerde bulundu.
Mübarek ramazan-ı ÅŸerif ayı sona erdi lakin bu yıl farklı bir ramazan yaÅŸadık. Koronavirüs salgını nedeniyle Müslümanların çoÄŸunlukla zamanlarını evde geçirdiÄŸi bugünler için tavsiyelerinizi ve hislerinizi öğrenebilir miyiz?”
Ramazan-ı ÅŸerifte salgın hastalıkla karşılaÅŸtık. Tabii ramazan-ı ÅŸerif bu sıkıntılı durumun devam ettiÄŸi bir sırada geldi. Ancak böyle bir afetle sadece Ä°slam alemi deÄŸil bütün insanlık karşı karşıya kaldı. Åžimdi bana öyle geliyor ki bu salgın sadece bize deÄŸil, bütün insanlığa Cenabıhak’ın bir uyarma haberidir. Rabb’im bizi afetsin. Koronavirüsten şöyle ders almamız lazım geliyor, Müslümanlar olarak elimizden geldiÄŸi kadar Allah’ın emrine uyarak tehlikelerden sakınmamız gerekiyor. Bunun bizim bir görevimiz, üzerimize bir farz, bir borç olduÄŸunu bilelim. Rabb’imiz bu belayı, bu sıkıntıyı sadece Müslümanların deÄŸil bütün insanlığın üzerinden kaldırsın ama bilelim ki bu bir uyarıdır. Daima tedbirli, temkinli olarak yaÅŸamaya ve hareket etmeye mecbur olduÄŸumuzu bilelim, bu bizim insanlık görevimizdir. Allah Teala da bize böyle emretmiÅŸtir. Tedbir neyse onu almakla yükümlü olduÄŸumuzu da bileceÄŸiz.
“Babam ‘Bu çocuÄŸu okutup kurra hafız yapacağım’ diyordu”
Ãœlkemizin zor zamanlar geçirdiÄŸi yıllarda yetiÅŸtiniz, Türkiye’nin farklı dönemlerine ÅŸahitlik ettiniz. YaÅŸadığınız çeÅŸitli zorluklara raÄŸmen ilim/bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Nüfusa kayıtlı eski adı Posus olan, daha sonra Salyazı adı verilen yaklaşık 300 hanenin bulunduÄŸu büyük bir köyde 1930’da dünyaya geldim. Makamı cennet olsun, babamın adı Mehmet Fehmi DoÄŸan. Babam askerden geldikten sonra komÅŸular ve babamın arkadaÅŸları ziyarete geldi. Babam, akrabaların yanında eliyle beni iÅŸaret ederek, ‘Benim babam ve 4 dayımın 3’ü hafız-ı kurra. Onlar vefat ettiler, geriye diÄŸer dayım Kurra Hafız Fevzi Efendi kaldı. Hafız Fevzi Efendi de vefat ederse hafız kimse kalmayacak. Bundan dolayı bu çocuÄŸu okutup hafız-ı kurra yapacağım.’ diyordu. Tabii kurra hafızın ne olduÄŸunu bilmediÄŸim için o zaman anlamadım bunu.
Bizim köylerde güzel bir gelenek vardır. Kış aylarında ÅŸartlar çok ağır olur. Köyümüzde 10-15 tane misafir odası vardır. Bunların hemen hemen birçoÄŸunda mukabele okunur. BildiÄŸiniz gibi Kur’an-ı Kerim 30 cüzdür, her gün bir cüz okurlar ve 1 ayda hatim yaparlar. Mukabele okunurken ben de hıfzımı kuvvetlendirmek için çalışıyorum. Hacı Muhittin Efendi’nin odasında sabahları bir cüz okuyorum, ayda bir Kur’an-ı Kerim’i hatim ediyoruz. Bir kış mevsiminde 5 defa Kur’an-ı Kerim’i ezberden okuyordum, herkes elindeki Kur’an-ı Kerim’i takip ederek dinliyordu.
Köyde misafirhanelerde Hazreti Muhammed’in hayatının anlatıldığı Siretü’n Nebi (Erzurumlu Mustafa Darir’in 14’üncü yüzyılda kaleme aldığı ilk Türkçe Siyer kitabı), Ahmed Cevdet PaÅŸa’nın Kısas-ı Enbiya adlı eseri, Ahmed Bican Efendi’nin Envarü’l AÅŸikin (Anadolu’da Müslüman-Türk kimliÄŸinin ÅŸekillenmesinde etkili olmuÅŸ dini-didaktik eser) ve bazı tarih kitapları okunurdu. Bu kitapların gündelik iÅŸlerin tamamlamasının ardından akÅŸam ve yatsı namazları arasında misafirhanede komÅŸulara okunduÄŸunu hatırlıyorum.
Ben 12-13 yaÅŸlarımdayken köyümüzdeki camiye Abdurrahman Ä°ncesulu Efendi isimli bir zat-ı muhterem görevlendirilmiÅŸti. Abdurrahman Ä°ncesulu Efendi, Arapçaya aÅŸina iyi bir ilim adamı. Ben ve 4-5 arkadaşım, bu imam efendiden Arapçayı öğrenmeye baÅŸladık. Daha sonra köyümüze Mehmet Ragıp Efendi (eski Gümüşhane Müftüsü) isimli genç bir imamı görevlendirdiler. Ragıp Efendi bizim köye imam olunca çok sevindim. Ragıp Efendi’ye dersleri yeniden okumaya baÅŸladık, daha sonra mantık, meani (Arap dilinde, sözün/ifadenin yerli yerinde olma ÅŸartlarını inceleyen edebiyat dalı) derslerini de okuduk. Mehmet Ragıp Efendi’nin bu derslerde çok güzel uygulaması oldu. Mehmet Ragıp Efendi’ye meani kitabını okumaya baÅŸladığımda, bana her gün bir hadisi ÅŸerifi defterime yazdırıp ezberletiyordu. Mesela defterime ‘Temizlik imandandır.’ hadisini yazmıştım. Az ve öz, ezberlenmesi de kolay. Derslere böyle bir uygulamayla devam ettik.
“Ä°lk, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirme sürecinizi anlatabilir misiniz?”
Gümüşhane’de dışarıdan imtihanlara girip ilkokul diplomasını aldım. Zaten müftü veya vaiz tayin edilmek için ilkokulun bitirilmesi ÅŸarttı. Ä°lkokulu dışarıdan baÅŸarıyla bitirdim. Daha sonra Ankara’da Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığında müftülük imtihanına girdim. Dini eÄŸitim alırken aslında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırı hareket etmiyoruz. Diyelim ki siz fevkalade matematik biliyorsunuz, matematikte en ileri seviyede öğretmensiniz. Ben gelip sizden özel olarak matematiÄŸi öğrensem, bu özel eÄŸitimi almak nasıl ki serbestse, bizim dini eÄŸitim görmemiz de öyle serbestti. Ben Kur’an dilini öğreniyorum. Medresede deÄŸil özel ders aldım. Ben okuyorum, hocamız, ‘Bu güzeldir, şöyle yapacaksın.’ diyor. Hatta hoca dersi bazen anlamadığımı fark edince çeÅŸitli ÅŸekilde anlatıyor. Bazen de çok iyi bildiÄŸim bir konuda hocamız bir kelime eksik söylediyse, ‘Hocam böyle de yapabilir miyiz?’ diye sorabiliyorduk.
Netice itibarıyla Kemah Müftülüğüne 17 Kasım 1954’te baÅŸladım, 6 yıl görev yaptım. Tabii Kemah küçük olduÄŸu için memurlar birbirini tanıyor. Sivas doÄŸumlu Ä°brahim isminde bir ortaokul müdürü arkadaşımız var. ‘Fetvahane’ dediÄŸimiz, resmi görevlerimizi yürüttüğümüz bir oda var. Ä°brahim Bey elinde bir ‘TebliÄŸler Dergisi’ ile fetvahaneye geldi. ‘Müftü Bey, biliyorsunuz ortaokullarda din dersi kabul edildi. Ben bu dersi size verdirmeyi düşünüyordum. Milli EÄŸitim Bakanlığının TebliÄŸler Dergisi’nde ortaokullarda iki saat din dersinin verileceÄŸi kabul edildi ama bu dersleri vereceklerin ilahiyat fakültesi mezunu olması lazımdır. Ä°lahiyat fakültesi mezunu bulunmayan yerlerde okulun müdürü ya da öğretmenlerden arzu edenlere de verdirilebilir.’ dedi. Müdür Bey’e teÅŸekkür ettim ama içimden kendi kendime şöyle dedim; ‘Benim bilgim sınırlı ama mesela fıkıh ve akaid gibi dini ilimlerde en ileri derecede dahi olsam, elimde bugünkü ÅŸartlara göre bir diplomam olmazsa buradaki bu memuriyetle yetinebilmem gerekir. O halde ben ortaokulu ve liseyi bitirmeliyim. EÄŸer Cenabıhak muvaffakiyet verir ve ömür ihsan buyurursa fakülteyi de okurum’. 1958 veya 1959’un haziranında ortaokulu, Eylül 1961’de liseyi dışarıdan bitirdim.
“Ä°lahiyat fakültesinden birincilikle mezun olduÄŸumu yıllar sonra öğrendim”
İlahiyat Fakültesindeki eğitim sürecinizi anlatabilir misiniz?
Ankara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesinde imtihana girip kazandım ve kaydımı yaptırdım. Ankara’da göreve baÅŸlayınca bir hemÅŸehrimiz Gülveren’de bir gecekondu evini bizim için ayarladı. Orada kaldık ama bizim çocuklar ortaokulda okuyorlar. O dönem ilkokul ve ortaokulda okuyan çocuklarım var. Sabah erkenden kalkıp sabah namazını Gülveren Camisi’nde kılıyorum. AktaÅŸ Atilla Camisi’ne de birkaç hocaefendi geliyor, onlara biraz ders okutuyorum. Saat 08.00 olduÄŸu zaman Cebeci’deki Ankara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi’ne 08.30’da baÅŸlayan derse gidiyordum. Daha sonra Yenimahalle Serpme Evler’de bir evimiz oldu, oraya taşındık. Ä°lahiyat fakültesini Eylül 1965’te birincilikle bitirdim. Birinci olarak bitirdiÄŸimden haberim yoktu.
Diyanetteki görevim sırasındayken özel kalem biriminden, ‘Sizi hakim arıyor.’ dediler. Hakimle telefonda görüşüyoruz, ‘Reis Bey biliyor musun ben neredeyim? 1965’te Ankara Ä°lahiyat Fakültesinden mezun olanların diplomalarını inceliyorum. Önümde senin belgen var. Seni tebrik ederim, okulu birincilikle bitirmiÅŸsin.’ dedi. Benim haberim yok, yıllar sonra duyuyorum. Netice itibarıyla öğretmenlere, milletime, Diyanet camiasına, hepsine şükran borçluyum.
Ankara Ä°lahiyat Fakültesinde derslerimize birçok hoca giriyordu. Muhammed Tayyip Okiç tefsir hocamdı, 3 ve 4’üncü sınıfta tefsir ve hadis derslerine giriyordu. Okiç, Bosna’dan Türkiye’ye 1954’te gelmiÅŸ, ilahiyat fakültesinde hocalık yapıyordu. Hakikaten çok yetiÅŸkin ve tecrübeli bir insan. Allah razı olsun bizim kurumlarımız da Okiç Hoca’yı bırakmadı, o da burada kalmayı tercih etti. Okiç, 1977’de vefat edinceye kadar Ankara’daydı. En çok takdir ettiÄŸim hocamdı. Derslerinde ve ÅŸahsiyet olarak fevkaladeydi. Hocaların hepsini takdir ediyorum. Hilmi Ziya Ãœlken Bey’i de takdir ediyorum. 4’üncü sınıfta ‘DeÄŸerler Felsefesi’ dersine giriyordu. DeÄŸerler Felsefesi kitabı çok geniÅŸ bir kitap. DiÄŸer derslere çalıştım ama DeÄŸerler Felsefesi dersine çalışamadım. Haziranda sınava girdim fakat gece sınava çok çalışmışım. Hocanın sorduÄŸu soruların cevabı hatırımda, gözümün önüne geliyor ama yorgunluktan lisanla ifade edemiyorum. Hilmi Ziya Ãœlken’in dersinden bütünleme sınavına kalınca haziranda mezun olamadım. Eylül dönemindeki bütünleme sınavına iyi hazırlandığım için bütünlemeyi geçtim. Ä°lahiyat fakültesinden 1965’in eylülünde mezun oldum.
Ä°ki yıl kadar Ankara Müftü Yardımcılığında bulundum. Bu sırada Dr. Lüfti DoÄŸan (Eski Devlet Bakanı ve Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı) Ankara Müftülüğüne tayin ettiler. Tabii bu sırada ben Ankara Müftü Yardımcısıyım. Bir müddet beraber çalıştık. Sonradan benim müftü yardımcılığından vaizliÄŸe tebdil (deÄŸiÅŸtirme) edildiÄŸimi söylediler. Bu görev deÄŸiÅŸikliÄŸi tenzil-i rütbe deÄŸildi. Vaiz olmam benim için çok kolaylık. Çünkü vaazımı yapıyorum, iÅŸim bitiyor. Ondan sonra derslerime çalışıyorum, evimde kalıyorum. Bu görev deÄŸiÅŸikliÄŸi dolayısıyla o dönem Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi olan Hasan Hüsnü Erdem Hocaefendi’ye teÅŸekkür edip elini öpmek için gittim. Hasan Hüsnü Erdem Hocaefendi’ye, ‘Efendim çok teÅŸekkür ederim beni vaizliÄŸe nakletmiÅŸsiniz.’ dedim. Hasan Hüsnü Erdem Hocaefendi, ‘Ne demek?’ dedi. Benim görev deÄŸiÅŸikliÄŸim için çok üzüldü. Anladım ki bu görev deÄŸiÅŸikliÄŸi hocaefendinin bilgisi ve haberi dahilinde yapılmadı. Bu defa söylediÄŸime de çok mahcup oldum çünkü adam üzüldü. Daha sonra hocaefendinin elini öptüm, ‘Bu görev deÄŸiÅŸikliÄŸi benim için çok daha iyi. Siz dua buyurun.’ dedim ve makamından ayrıldım. Görevi sona erdikten sonra evinde de ziyaret ettim kendisini.
“Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı TeÅŸkilat Kanunu’nun önemli maddelerinin hazırlanmasında yardımcı olduk”
Diyanet İşleri Başkanlığı merkez teşkilatındaki çalışma sürecinizi anlatabilir misiniz?
1965 yılına kadar Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı bir tüzükle idare ediliyordu. Dönemin BaÅŸbakanı Süleyman Demirel ve Devlet Bakanı Mehmet Altınsoy, 15 AÄŸustos 1965’te 633 sayılı Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı TeÅŸkilat Kanunu’nu çıkardı, her ikisinin de makamı cennet olsun, Rabb’im taksiratlarını affetsin. Devlet Bakanı Mehmet Altınsoy Bey, benimle beraber bir arkadaşı, bir akÅŸam evine çağırdı. Mehmet Altınsoy Bey, merhum Ahmet Hamdi Akseki Hocaefendi’nin (eski Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı) damadı. Altınsoy Bey bizi evine çağırdığında, ‘Allah’ın izniyle Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı TeÅŸkilat Kanunu’nu çıkaracağız. Bunun Diyanetin lehine ve faydalı olması için sizi yalnız bırakacağım. Åžu maddenin nasıl olması gerekiyor? Bunu belirleyeceksiniz, mesulü sizsiniz.’ dedi. Kanunun 20, 21, 22 ve 23 maddelerinde sayın Bakan’a yardımcı olduk ve kanun öylece çıktı.
Diyanet Ä°ÅŸleri Reisi Ä°lmi MuavinliÄŸi görevine baÅŸladım. Bir yıl kadar bu görevi yürüttüm. Fakat bir gün benim hiç haberim yok. Bir ÅŸeyle meÅŸgul oluyordum. Özlük Ä°ÅŸleri Müdürü arkadaşımız geldi, ‘Hocam duydun mu? Seni Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸine getirdiler.’ dedi. ‘Reisimiz (Ali Rıza Hakses) var ya!’ dedim. Allah biliyor, hiç bilgim yok. Özlük Ä°ÅŸleri Müdürü, ‘Hocamızı emekli yapıyorlar.’ dedi. Gözlerimden yaÅŸlar döküldü. ‘Hocaefendi bana ikramda bulundu, reis yaptı. Åžimdi onu alıyorlar beni onun yerine koyuyorlar.’ dedim. Allah biliyor, bu durum bana çok ağır geldi. Belki baÅŸka bir ÅŸeyde insan sevinir ama ben orada Allah biliyor çok üzüldüm, aÄŸladım. Elimde deÄŸil, Hocaefendi görevi devretti. Demek ki kaderde varmış. AÅŸağı yukarı 4,5 yıl devam eden görevimiz bitti, baÅŸka bir arkadaÅŸ göreve baÅŸladı.
“Hak ve adalete dayanarak milletimize hizmet etmemiz lazım”
Siyasete giriş sürecinizi anlatabilir misiniz?
Diyanet’te idareci olarak görevim tamamlandıktan sonra kadrom Ä°stanbul VaizliÄŸi görevinde ama Ankara’da görevlendirildim. Ankara’da vaizlik görevim sırasında çarÅŸamba günleri akÅŸam Yenimahalle ilçesinde Altıncı Durak Hacı Baki Camisi’nde, cuma günleri ise Maltepe Camisi’nde öğle vakti ders yapıyorum. Bir gün Maltepe Camisi’nden dersten çıktım, eve gideceÄŸim sırada iki zat-ı muhterem caminin meydanlık yerinde bekliyorlardı. Bu iki zatın önünden geçerken selam verdim, ilgi gösterdiler, hal hatır sordular. Biri, ‘Efendim ben Necmettin Erbakan.’ dedi. Yanındaki arkadaşı tanımıyorum. Necmettin Erbakan’ı gıyabi tanıyorum ama hiç görmedim. Netice itibarıyla yüz yüze Maltepe Camisi’nin avlusunda kendisiyle tanıştım. Ondan sonra zaman zaman herhangi bir mecliste adından bahsediliyordu.
20 Ekim 1973’te seçim yapılacak ve muhtelif partiler var. Merhum Süleyman Demirel baÅŸbakandı. Bir gün Sıddık Tivnikli Bey isminde bir zat-ı muhterem Yenimahalle’de evimi ziyarete geldi. Sıddık Bey kendisini tanıtıp ‘Erzurumluyum.’ dedi. Erzurumlu Sıddık Bey, fakirhanemize gelip hal hatır sorduktan sonra, ‘Benim sizden bir ricam var. Biliyorsunuz Milli Selamet Partisi (MSP) kuruldu. Ben MSP’nin Erzurum Ä°l BaÅŸkanıyım. Sizi Erzurum’dan milletvekili olarak parlamentoya göndermek istiyoruz.’ dedi. Kendisine teÅŸekkür ettim, ‘Bu hizmet çok önemli ve büyük bir hizmet ama bende siyaset sahnesine katılacak o hazırlık yok. Siyasetle ilgili de ÅŸimdiye kadar bir ÅŸey düşünmemiÅŸtim kendim için ama siyaset çok mukaddes bir görev. Siyaset, Allah’ın rızası için hak ve adalete dayanıp, bilimsel olarak insanların hak, hukukuna saygı göstermek ve onların haklarını koruyabilecek meÅŸru tedbirleri almaktır. Bunun için siyaset çok mukaddestir. Ben bunu biliyorum ama siyasette yer alacak bir hazırlığım yok. Size ilginizden dolayı çok teÅŸekkür ederim.’ dedim. Sıddık Bey gitti, birkaç gün sonra benim MSP’den milletvekili olmam konusunda aynı düşüncede olan baÅŸka arkadaÅŸlarla geldi. Onlara, ‘Sizi beyanınızdan dolayı tebrik ediyorum ama benim bu durumda böyle bir ÅŸeye hazırlığım yok. Mutlaka bu kutsi göreve çok daha iyi birisini bulmanızı düşünüyorum.’ dedim.
Bu defa Sıddık Tivnikli Bey, Ä°stanbul’a gidiyor. Ä°stanbul’da benim tanıdığım, bildiÄŸim çok hürmet ettiÄŸim birkaç arkadaşı derleyip getiriyor. Cuma günü Cebeci Camisi’ne derse gideceÄŸim. Dersten 1,5-2 saat evvel bir de baktım ki Sıddık Bey ile 4-5 kiÅŸi geldi, durumu anladım. Küçücük bir misafir odamız var. Onlara, ‘Siz böyle buyurun, konuyu da anladım. Siz benim hayatta en çok sevdiÄŸim kardeÅŸlerimdensiniz, Sıddık Bey de öyle. Benim siyaset konusundaki düşüncelerimi Sıddık Bey biliyor, size aktarsın ama siz ne karar verirseniz ben ona riayet etmek zorundayım. Çünkü siz benim her yönden takdir ettiÄŸim, itimat ettiÄŸim, hak üzere hayat sürdüğünü bildiÄŸim arkadaÅŸlarımdansınız.’ dedim, sonra oradan ayrıldım. Siyasete girmemi teklif etmek için gelenlerden biri Osman Nuri Çataklı (eski Vakıflar Genel Müdürü), yakın zamanda vefat etmiÅŸti. Netice itibarıyla ‘Biz konuÅŸtuk, takdir ettik, böyle karar verdik.’ dedi. Ben de ‘Karar verdiniz mi? Allah’ım hayırlı eylesin.’ dedim. Bu görüşmeden sonra onlar gittiler.
Bir müddet sonra bir akÅŸam merhum eski bakanlarımızdan Süleyman Arif Emre ziyarete geldi. Süleyman Arif Emre, Milli Nizam ve Milli Selamet partilerinin kurucularından, iyi bir hukukçudur. Ä°lk kez yüz yüze tanıştım, gıyabında tanıyorum. Süleyman Arif Emre Bey gelip, ‘Dilekçenizi istiyorum.’ dedi. Dilekçeyi yazdı, imza attım. Böylece Milli Selamet Partisine üye olduk. Beni Erzurum’a gönderecekler. Erzurum’un seçimde 9 milletvekili ve 3 senatör kontenjanı var. Dokuz milletvekilinin birinci sırasına Ä°stanbul’da ikamet eden Korkut Özal Bey’i, ikinci sıraya Dr. Zekai Yaylalı Bey, üçüncü sıraya ise Kurra Hafız Yahya AkdaÄŸ Bey’i (eski SaÄŸlık Bakanı Recep AkdaÄŸ’ın babası) yazdılar. Liste bu ÅŸekilde oluÅŸturuldu.
Bütün maksadımız insanlarımızın bir bütün olması. Tabii siyaset çok ulvi bir hizmettir. Siyaset, hak ve adalete dayanıp herkesin hukukuna kendi hukukun gibi saygı gösterip kendi gösterilmesini beklediÄŸi ÅŸefkati, merhameti bütün insanlarımıza da göstermektir. Siyaset çok deÄŸerli ama o kadar kolay deÄŸil. Herkesi kucaklamak kolay deÄŸil, farklı düşünceler var. Elhamdülillah yine biz aynı düşüncedeyiz, bütün müminler birbirinin kardeÅŸidir, biz bunu biliyoruz. O halde bu ülkenin evlatlarının hepsi birbirinin kardeÅŸidir. Birbirini incitmeden yardımcı olmak, iyilikleri güzellikle söylemek, bir yanlışlık olursa, ‘Öyle deÄŸil de böyle yapmak daha güzeldir. Bunu yaparsanız daha iyi olur, diÄŸer seçeneÄŸiniz sizi zarara yöneltir.’ demek yerinde olur.
20 Ekim 1973’te senatör olarak seçildim. O dönem Mecliste senatörlük görevi 6 yıl sürüyordu. 6 yıl sonra 1979’da partililer, ‘Sizi senatör göstereceÄŸiz.’ dediler. Ben de ‘Bizi bağışlayın, affedin. DiÄŸer arkadaÅŸları görevlendirin.’ dedim ama Ekim 1979’da ikinci kez Erzurum Senatörü olarak Meclise girdim. Senatörlük görevimde aÅŸağı yukarı 1 yıl dolmak üzereydi, bildiÄŸiniz gibi 12 Eylül 1980 askeri darbesi oldu. O darbede ben ve partideki arkadaÅŸlarımız Ankara’daki Kirazlıdere Hapishanesi’nde tutuklu kaldık. Darbe olduÄŸu için durum çok sıkıntılı. Yüksek Mahkeme tarafından 1986’da ‘Herhangi bir yanlışlık olmamıştır.’ denilerek beraat kararı verildi. 1986’ya kadar kadar tutuksuz yargılandım. Ben 8 ay, diÄŸer arkadaÅŸlar 11 ay kadar tutuklu kaldı. Benimle beraber 10 kiÅŸiyi bıraktılar. Çünkü 24 kiÅŸi kadar tevkif edilmiÅŸtik. Sıkı yönetim mahkemesi, benimle beraber 10 kiÅŸiyi tutuksuz yargıladı. Ä°htilalden 11 ay sonra hapishanede kalan merhum Necmettin Erbakan Hoca, bakanlar ve diÄŸer kardeÅŸlerimizi de tutuksuz yargıladılar. Bu yargılanma 6 yıl devam etti. 1986’da da beraat kararı verdiler, hepimiz beraat etmiÅŸ olduk.
Sıkıyönetim savcısı bizim hakkımızda beyanını bildirmek üzere yazmış. Tabii o beyanı bizlere de geldi çünkü hepimizle ilgili hukuki bir mesele. Necmettin Erbakan Bey Hocamızın, ÅŸu sözünü her fırsatta hatırlıyorum, ‘ArkadaÅŸlar netice itibarıyla suçsuz olduÄŸumuz için Allah’ın inayetiyle beraat edeceÄŸiz. Buradaki beyanların hepsi bir ÅŸey söylemek için. Yoksa gerçekle bir ilgisi yok ama benim sizden bir ricam var. Mahkeme bize beraat kararı verdiÄŸinde birlikte Allah’a şükretmek -‘Şükrenlillah’ Arapça olan bu tabiri de kullandı- için bir umre yapacağız.’ dedi ve o dediÄŸini de elhamdülillah yaptık.
Umremizi yaptıktan sonra Mekke-i Mükerreme’deyiz. Cidde’den Racihi isimli bir zatı muhterem, bir akÅŸam vasıta göndererek bizim 20 kiÅŸilik ekibimizi misafir etmek için aldırdı. Hane sahibinin bahçesinde yemekten sonra akÅŸam namazını kıldık. Hane sahibi ayaÄŸa kalktı, ‘Aziz misafirler, hepinize çok teÅŸekkür ediyorum. Beni sevindirdiniz, Cenabıhak da sizi sevindirsin. Åžimdi benim adıma Prof. Dr. Muhammed Kutub konuÅŸacak.’ deyip hemen oturdu. Hatta ev sahibi bu ziyarete Prof. Dr. Nevzat YalçıntaÅŸ Bey’i de davet etmiÅŸ, o da oradaydı, yan yana oturuyorduk. YalçıntaÅŸ Bey zaten orada üniversitede öğretim üyesiydi. Bu toplantıda üniversitede öğretim üyesi, aslen Mısırlı olup Suudi Arabistan’daki üniversitede görev yapan eÄŸitimci Prof. Dr. Muhammed Kutub ayaÄŸa kalkıp ÅŸunu söyledi; ‘Ben istiyordum ki ilim adamlarını dinleyip, istifade edeyim. Fakat hane sahibi bize konuÅŸma görevini emanet etti’. Kutub, Arapça konuÅŸuyor, ben de Arapça bildiÄŸim için çok edibane konuÅŸtuÄŸunu anlıyorum. Güzel bir edebi giriÅŸ yaptıktan sonra, ‘Son yüzyılda Allah Teala, Ä°slam ümmetine hizmet etmeleri için iki kulunu ihsan buyurdu. Bunlardan birincisi, Birinci Cihan Savaşı’ndan evvel, ikincisi, Ä°kinci Cihan Savaşı’ndan sonra geldi. Birinci Cihan Savaşı’ndan önce gelen Sultan Ä°kinci Abdülhamid Efendi’dir, Ä°kinci Cihan Savaşı’ndan sonra sadece Türkiye’miz deÄŸil Ä°slam toplumuna hizmet etmek üzere Necmettin Bey kardeÅŸimizi ihsan edildi.’ dedi. Tabii bu sözleri dinleyince fevkalade duygular hissettim, ‘Bu kadar uzakta bulunan bir mümin kardeÅŸimiz, devlete hizmet sorumluluÄŸunu taşıyan bu ÅŸahısları takdirle karşılıyor, biz gereÄŸi gibi takdir edemedik.’ diye bir düşünce içimden geçti.
“Ä°slam dininin en büyük düşmanlarından biri cehalet ve bilgisizliktir”
SORU: “Alemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Muhammed’in dininin bugün terörle yan yana anılıyor olmasını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Ä°slam terör, tedhiÅŸ ve tekfir hareketlerini caiz görür mü? Ä°slam’ın tüm insanlığın hidayetini hedefleyen bir din olduÄŸunu, Hazreti Muhammed’in alemlere rahmet olarak gönderildiÄŸiniz dünyaya nasıl anlatırız?”
LÃœTFÄ° DOÄžAN: “Ä°slam dininin en büyük düşmanlarından biri cehalet ve bilgisizliktir. Ä°kincisi, Ä°slam’ı bilip Ä°slam’a düşman olan, hidayetten nasibi olmayan kimselerin Ä°slamiyet’i öğrendikleri halde ‘Ä°slam’ı nasıl çürütürüz?’ ÅŸeklinde teÅŸebbüsleridir. Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Ä°nsanın da insanlığın da düşmanı olan kimselerin, bu çirkin ve yıkıcı davranışlarını daima tedbiri olarak hatırımızda tutmamız lazımdır. Ama ÅŸunu bilelim ki Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, alemlere rahmet olarak gönderilmiÅŸtir. Allah Teala hazretlerinin sadece Ä°slam alemine deÄŸil bütün insanlığa bir ilahi ikramı, bir lütfudur.
Ä°slam; barış, iyilik, kardeÅŸlik, insanın deÄŸerini insanlığa bildiren yüce bir dindir. Dinimizdeki görevler de bizi tertemiz bir hayat yaÅŸamak, insanlığın bütününün iyiliÄŸini düşünmek, insanlığa iyilik dileÄŸinde bulunmak ve sulh içinde yaÅŸamak için vardır. Ancak ÅŸunu da bilmemiz lazım, Ä°slam’a düşmanlık yapanlara karşı yeri geldiÄŸinde cihat görevimizi de unutmamamız lazım. Yani cehalete karşı, cehaleti gidermeye, cehaleti bertaraf etmeye çalışacağız. Cehaleti ne ile bertaraf edeceÄŸiz? Gerçek ilimle… ‘Ä°ki kere iki dört eder.’, bu nasıl kesin bilgiyse, aklıselimle hemen onun, hakikatin kendisi olduÄŸunu kavrıyorsak Ä°slamiyet de böyledir. Bunu kavradığımız, bildiÄŸimiz, yaÅŸadığımız takdirde, güzel yaÅŸayışımızla, temiz yaÅŸayışımızla, kardeÅŸliÄŸimizle, Ä°slam’ın dışında olanlar, Ä°slamiyet’in manevi bir güneÅŸ, gecesi ile gündüzünün aydınlığının eÅŸit olduÄŸunu bilen düşmanlar da takdir ederler.
Burada ÅŸunu söyleyelim; terör vesaire Ä°slam düşmanları tarafından icat edildi, Müslümanları huzursuz etmek için çıkarıldı. Ä°slam düşmanlarının kandırabildikleri o teröristler, bu ülkede çıkıyor ki bunları dış güçler, ÅŸer güçler kandırıyor. Yoksa ana-baba Müslüman, Ä°slamiyet’i seviyor. Müminlerin hepsi birbirlerinin kardeÅŸidir. Müslümanlar ÅŸu gerçeÄŸe aÅŸinalık durumundadırlar ki bütün insanlar ya dinde kardeÅŸimizdir yahut yaratılışta bir eÅŸimizdir. Dinde kardeÅŸimiz olan bizim gibi her türlü haklarına sahiptir. Yaratılışta bir eÅŸimiz olan insanları da insan olarak düşünür, onların hakkına, hukukuna Allah’ın emrine uygun saygıyı gösteririz, yeter ki Ä°slam’a ve insanlığa zarar vermesinler. Konu bundan ibarettir.
Ä°slamiyet ÅŸunu öğretiyor, bütün insanlar doÄŸduÄŸunda Ä°slam fıtratı üzerine doÄŸarlar. Bir yönüyle 24 ayar altın gibidir ama sonradan ana baba veya çevre veya Ä°slam düşmanları fırsat bulduÄŸunda insanı, Ä°slam’dan mahrum bırakıyor. Tabii burada da Müslümanların çok uyanık olmaları lazım. BeÅŸikten mezara kadar faydalı bilgiyi tahsil edip kardeşçe Kur’an’ın emrine göre yaÅŸayıp insanlığa faydalı olma prensibimizi hayatımız boyunca sürdürmeliyiz.
15 Temmuz darbe girişiminden nasıl dersler çıkarmalıyız?
Tabii o darbe giriÅŸimini ülkemiz yaÅŸadı. Ne yapıp edip iyi davranmak, sabırlı olmak, kötülükleri önlemeye dikkat etmek lazımdır. Elhamdülillah Cenabıhak yardım etti, Müslümanları korudu. O sıkıntıdan, ıstıraptan milleti muhafaza etti ama ne yazık ki bizim ülkemizde, Müslüman bir ülkede böyle bir durumun olmaması lazım geliyordu. Ama Ä°slam’a düşman olan kimseler, Ä°slam’ı bilmeyen veya Ä°slam’ı kötü tanıtan kimseler, aldandıkları ÅŸeyde insanlığa, Ä°slam’a zarar vermek için her türlü kötü ve yanlış düşünceleri doÄŸruymuÅŸ gibi kabul ediyor. Kendilerini hem dünyada hem de ahirette felakete uÄŸratıyorlar. Allah, cümle ümmet-i Muhammed’i yanlış düşünceye sahip olmaktan muhafaza buyursun. Ä°slamiyet birlik, kardeÅŸlik dinidir.
Kaynak: AA