Mehdilik Kavramı Nedir

Mehdilik Kavramı Nedir

Artık görsel medya ve sosyal medyada söylenenler, yazılanlar bir yandan bilgi kirliliği oluştururken bazen doğru şeyler söyleyenlerin söylediklerinin önemsizleştirilmesi amacı ile kullanıldığını düşünüyorum.

Mesela; dinimizde mehdilik diye bir şey yoktur!

Dinimizde mehdilik var da sen bunu yok sayıyorsan Allah katında ki durumunun ne olduğunu düşüne biliyor musunuz? O zaman sizin dinden ne kadar uzak olduğunuzu ve insanların Allah ile ilişkisini bozarak dini yaşamalarını engellediğinizi bu da iblisin görevini üstlenmek olduğunu düşünüyorum.

Dinimizin tek delili Kur-an-ı Kerimdir; iyide sen İslâmın farz olan beş şartını dini yaşamak olarak yeterli görürde Kur-an-ı Kerimin tümünü dışlarsan, dalalettesin, dünya ve ahiretten nasibin yoktur.    

Hâlbuki Rabbimiz Kur-an-ı Kerimin başında gözümüze sokarcasına dinin ne olduğunu yazmış.

BAKARA – 2:Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne).İşte bu Kitap; O’nda hiç(bir açıdan) şüphe yoktur. TAKVA SAHİPLERİ İÇİN BİR HİDAYETTİR.

 

Son kitap olan Kur-an-ı Kerim takva sahipleri için hidayetse İslam âlemi bu ilmin neresinde. Önce öğretenler takva sahibimi? Hidayetin ne olduğunu biliyor mu? Yoksa hala hidayet doğru yol diyenlerden misiniz? Bilinseydi dinimizde mehdilik yoktur diyemezlerdi.

 

YASİN – 21:İttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn (muhtedûne). (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, MEHDİLERDİR (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).

 

Dinimiz hidayet dini ise her zaman insanların arasında Allah’ın hidayete erdirdiği ve Allah tarafından hidayet ile görevlendirilmiş birileri vardır. Şu hidayet kavramını da Rabbimizin açıkladığı gibi verelim de belki bu Kur-an-ı Kerimin bir faydası olur.

 

Hidayet Allah’a ulaşmaktır.  Hemen ayetini de verelim;

 

BAKARA – 120:Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum KUL İNNE HUDÂLLÂHİ HUVEL HUDÂ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. DE Kİ: “MUHAKKAK Kİ ALLAH’A ULAŞMAK (VAR YA) İŞTE O, HİDAYETTİR.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.

 

Hatta bir tane daha verelim ki ikinci bir delil olsun;

 

AL-İ İMRAN – 73:Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, KUL İNNEL HUDÂ HUDALLÂHİ en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun). Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) DE Kİ: “HİÇ ŞÜPHESİZ HİDAYET, ALLAH’IN (KENDİSİNE) ULAŞTIRMASIDIR. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.)

 

Allah dilediklerini seçer ve seçtiklerinden kim Allah’ı dilerse onu kendisine ulaştırır (hidayet eder) [allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).” Şura-13]  hadi şimdi hidayete doğru yol ifadesi kullanın da Allah’a karşı yalancı konumuna düşün. Yanlış söylediğiniz her şey Allah’a karşı yapmış sayılır, gerisini kendiniz düşünün.

 

Rabbimiz hidayete erdirdikleri ile dalalette bıraktıkları arasında ne fark vardır? Derseniz;

 

KEHF – 17:Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), MEN YEHDİLLÂHU FE HUVEL MUHTED(MUHTEDİ), VE MEN YUDLİL FE LEN TECİDE LEHU VELİYYEN MURŞİDÂ(MURŞİDEN).Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. ALLAH, KİMİ KENDİSİNE ULAŞTIRIRSA, İŞTE O HİDAYETE ERMİŞTİR. VE KİMİ DALÂLETTE BIRAKIRSA (KİM ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEZSE) ARTIK ONUN İÇİN VELÎ MÜRŞİD (İRŞAD EDEN EVLİYA) BULUNMAZ.

 

O zaman hidayet dinimizi daha önce Allah’ın hidayete erdirdiği birisinden öğrenmemiz lazım değil mi?

 

Yok  “Biz Kur-an-ı Kerimi Arapça öğrenerek okur öğreniriz” diyenler de çoktur, bilin ki dini bilmek hafız olmak demek değildir. Öğretileni yaşamaktır ve bu öğreti Allah’ın ayetleri göğsünüze beyan edilerek olur.

 

MAİDE – 68:Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).De ki; “Ey Ehli Kitap! Tevrat’ı, İncil’i ve SİZE RABB’İNİZ TARAFINDAN İNDİRİLENİ, YERİNE GETİRİP UYGULAMADIKÇA SİZ BİR ŞEY (BİR DİN) ÜZERİNDE DEĞİLSİNİZ. Ve sana Rabb’inden indirilen, mutlaka onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık sen kâfirler topluluğuna üzülme.

 

Allah’ın yapma dedikleri var ve yap dedikleri var bunu biliyorsunuz ve bildiğiniz halde söylenenin tersini yapmanız insanı küfre götürmez mi? Allah affedicidir mutlaka ama nereye kadar?

 

Peki, Kur-an-ı Kerim satırdan mı okunur? Sadırdan mı?

 

ANKEBUT – 49:Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne).

Hayır O (Kur’ân-ı Kerim), ilim verilenlerin sînelerinde beyan olunan âyetlerdir. Ve zalimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.

 

“Hah işte biz bunun okulunda okuduk” diyeceksiniz de Peygamberimiz SAV Efendimizin kalbine indirilen ayetler aynı zamanda ümmetinin de sadrına indirilmesi sünneti seniye olarak gerekmez mi? O zaman şu soru geliyor aklıma, siz ilim sahibi misiniz? Yoksa öylemi görünmeye çalışıyorsunuz? İlim sahibi olanlar kimlerdir.

 

SEBE – 6:Ve yerellezîne ûtûl ılmellezî unzile ileyke min rabbike huvel hakka ve yehdî ilâ sırâtıl azîzil hamîd(hamîdi).Ve kendilerine ilim verilenler, sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu ve onun Azîz (ve) Hamîd Olan’ın (Allah’ın) yoluna (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet ettiğini (ulaştırdığını) görüyorlar.

 

Sırat-ı Mustakim e Doğruyol, hidayete doğru yol denilen bir öğreti sisteminde insanlara ne anlata biliriz ki? Ama olsun belki az da olsa nasiplenen olur.

 

Sırat-ı Mustakim Allah’a ulaştıran yoldur. Rabbimiz bu yolla dilediğini kendisine ulaştırır.

 

NİSA – 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır

 

Fatiha suresinde Allah’dan istediğimiz yola Allah’ın ulaştırması söz konusu; iyide dinimizde böyle bir öğretim yok ki.

 

FATİHA – 6:İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır). Demek ki hidayet ulaşmak, vasıl olmak mış. Dinimiz de HİDAYET dini Allah’a ulaştırmayan bir din Allah’ın dini olamaz.

 

Neden? Baştan yanlışla başlanan bir dindir ve geri dönülmesi zaman ile zorlaşır, çünkü kendinizi bir şey zannetmeye başlar ve kibriniz tavan yapar. Allah’ın katında kibirlilere yer yok.

 

A’RAF – 13:Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.

 

İblisin Allah katından kovulmasının nedeni de bu değil mi?

 

Peki, neden Allah’a ulaşmayı dilemek kavramından bahsediliyor? Tek bir nedeni var Peygamber Efendimiz ümmetin Allah’a davet etmiş. Ama şimdi davete icabet eden değil kabul eden bile yok.

 

KASAS – 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).

Ve Sana indirildikten sonra, Allah’ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. VE RABBİNE DAVET ET (Allah’a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma! 

 

Bu daveti sahabe ile beraber de yapmışlar, yapmışlarda hiç önemsenmediği ortada.

 

YUSUF – 108:Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne). De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”   

 

Dinimiz İslâm dini yani Allah’a teslim olma dini ve Müslümanız yani Allah’a teslim olanlardanız.

 

Bu söylenenler gerçekleştirilmiş demi söyleniyor, yoksa dil alışkanlığı söyleyip geçiyor muyuz? İyide insanlara örnek bir din yaşamazsak bizi örnek almak isteyen kimse olur mu? Hem Rabbimiz kâinatı bu kadar mükemmel yaratmış diyeceğiz, hem de Allah’ın insanların yaşayarak mükemmel olması gerektiren dini yanlışlar için de yaşayıp insanlara kötü örnek olacağız. Dinlerini yaşamayanlar Allah’a karşı sorumludurlar da sebebi biz olursan ne olacak hiç düşündünüz mü?

Asıl mesele Mehdi AS tartışması; yok Şia dininde yok mezheplerde varda dinimiz de yok diyerek ya mezheplerin içtihatlarını yok sayacaksın veya kafa karıştıracaksın. Asıl mesele Kur-an-ı Kerim de Mehdi AS ile bir konu var mı?

Aslın da Rabbimiz peygamberimiz SAV Efendimize gaybden göstermiş hem de bugünleri.

DUHAN – 10:Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

 

Peygamber Efendimize söylüyor kıyamete yakın günler. Bir nükleer harp sonrası radyo aktif bulutlar. İnsana değdiği noktada derisini eriterek azap veren bir durum;

 

DUHAN – 11:Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

DUHAN – 12:Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).

Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

 

Bakın burada yalvaran müminler!

 

DUHAN – 13:Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

 

Her şeyi açıklayan bir resul gelecekmiş kıyamete yakın ve bunu Peygamber Efendimize söylüyor. O zaman bu resul nebi resul olamaz ve şeriatta getiremez, o zaman kim bu resul? Peygamber Efendimizden sonra gelecek bir resul; bu resul olsa olsa bir veli resul olabilir.

 

DUHAN – 14:Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnun (mecnûnun).Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.

 

Bu resule müminler deli diyor ve yüz çeviriyor,

 

Böyle Rabbimizin bahsettiği bir resul nerelerde geçiyor bir bakalım;

 

AL-İ İMRAN – 81:Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).  Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.

 

Bu ayette öğretilenlere göre bir terslik var, hani nebiler kitap verilmez diyenlere lafım. Allah’dan daha iyi biliyorlar onlar; tabi burada geçen resulün peygamberimiz SAV diye bilirsiniz ama bu resulün şeriat kitabı yok. Gene de tam ikna olmaya bilirsiniz. O zaman diğer bir ayete bakalım.

 

AHZAB – 7:Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan). O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

 

Bu ayette Rabbimiz Ali İmran 81. Ayetindeki nebilerin isimlerini vermiş ve içinde Peygamber Efendimiz de var. VE SENDEN diyor.

 

Peki, bu Resulün görevi nedir ki?

 

SAF – 8:Yurîdûne li utfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlayacak olandır.

İşte tam bugün olduğu gibi hidayet kavramı örtülmüş insanları Allah’a davet eden kimse yok. Allah’ın nurunu söndürmeye çalışılıyor. Ama Rabbimiz Âdem AS bu güne kadar gelen şeriat kitapların hidayete erdiren kitaplar olduğunu tasdik eden bir resul.

 

SAF – 9:Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikû(muşrikûne).

Resûl’ünü hidayet ile ve (esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek (açıklayıp doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah’ın ezelî ve ebedî olan dîni) ile gönderen O’dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.

 

Bu dönem de istenmese de, kendisine deli yalancı sapık dense de Allah, bu dönem nurunu tamamlamak için hak din olan hidayet dinini öğretecek bir resul gönderecek demek ki.

 

Nasıl bir dönem bu bahsedilen dönem?

 

FURKAN – 30:Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.

 

Herhalde Kuranı terk eden kavim sahabe olduğunu söylemezsiniz; bu şikâyet günümüze değil mi?

 

Başka ne yapacak bu resul dersek?

 

BEYYİNE – 1:Lem yekunillizîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne munfekkîne hattâ te’tiye humul beyyineh(beyyinetu).Kitap ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine beyyine (açık delil) gelinceye kadar (küfürlerinden) ayrılacak değillerdir.

 

Deliller açıklanıncaya kadar bunlar küfürdeler ve gerçekleri hep örtüyorlar.

 

BEYYİNE – 2:Resûlun minallâhi yetlû suhufen mutahharah (mutahhareten). Allah’tan gönderilen resûl, (onlara) tertemiz (bâtıl ve şüpheden uzak) sahifeleri okur.

 

Bu resulün okuma yazması da var ve bidatlerin dinden uzaklaşmasını sağlıyor. Demek ki dinin yaşantısı artık hidayet dini olmaktan çıkmış.

 

BEYYİNE – 3:Fîhâ kutubun kayyimeh(kayyimetun).(O sayfalar) içinde temel, değişmez hükümler yazılı olan kitaplardır.

 

Burada da kitaplar dendiğine göre bu kıyamete yakın gelen Resul Allah’ın indirdiği bütün kitapların hidayet ve Allah’a teslimi anlatan, sadece takva sahiplerinin faydalana bileceği kitaplar.

 

O zaman şeriat kitaplarında Allah’ın bizden istediği kendisine davet edildiği zaman icabet edilmesi ve davete icabet edenlerin de Allah tarafından kendisine ulaştırılıp hidayete erdirilmesi.

 

Ne dersiniz Allah’ın davetine icabet edilmeli mi? Edilmemeli mi?

 

RAD – 14:Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O’ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

 

Demek ki Allah kendisine davet ediyor, Peygamber Efendimiz de Allah’a davet ediyor. Davete icabet etmezsem ne olacak diyen de çıkar tabi. Ama unutmayın Allah neyi emrediyorsa bizim mutluluğumuz içindir. Yok, ben inanmıyorum davete icabet etmem de diyebilirsiniz. Çünkü dinde zorlama yoktur. “La ikrâhe fîd dîni Dîn de zorlama yoktur.”  İyide davete icabet etmeyenler için ne diyor?

 

AHKÂF – 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).

Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin. Ve O’na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.

 

Peki, bu Allah’ın davetçisi kim acaba ve bu davetçinin davetine icabet eden olur mu?

 

İşte hidayet; yani insanın Allah’a mülâki olması (kavuşmayı dilemesi) şart mı yalnız yapamaz mı? Dersek;

 

MAİDE – 35:Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

 

Hadi bakalım Allah’a ulaştıracak vesileyi isteyin bakalım. O zaman kendisi hidayete ermiş, başkalarının da hidayetine vesile olacak kişi. Unutmayın Azrail de aynı işi yapıyor ama bu icrai bir dönüştür.

 

İBRÂHÎM – 21:Ve berezû lillahi cemîan fe kâled duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ min azâbillâhi min şey’(şey’in), kâlû lev hedânallâhu le hedeynâkum, sevâun aleynâ ecezi’nâ em sabernâ mâ lenâ min mahîs(mahîsın).Hepsi Allah’ın huzuruna çıktılar. Ve zayıf (güçsüz) olanlar kibirlenenlere şöyle dediler: “Muhakkak ki; biz size tâbî olduk. Şimdi siz, Allah’ın azabından bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” Onlar: “Eğer Allah, bizi hidayete erdirseydi elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Sabretsek de, sabretmesek de bizim için aynıdır. Bizim için kaçacak bir yer yoktur.” dediler.

 

 

Demek ki hidayete ermeyen kişi hidayete erdiremiyor. Mehdiler ise hidayet ile görevlidir  ama her zaman bir müceddit vardır ve bu hidayet asrın imamı yani şeyhülislamı da Mehdi AS dır.

 

SECDE – 24:Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hâsıl etmiş oldukları için.

 

Rabbimiz her zaman hidayet ile görevli bir velisini görevli kılar. Bu sizin teslimiyetinize ve ona imanınıza bağlı. Şüphe ve tereddütten uzak kesin bir tevekkül ile olmalıdır.  Yoksa bulduğunuz imam sizi ateşe de götürür.

 

KASAS – 41:Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilen nâr(nârı), ve yevmel kıyâmeti lâ yunsarûn(yunsarûne).Ve Biz, onları ateşe davet eden imamlar (önderler) kıldık. Ve kıyâmet günü onlara yardım olunmaz.

 

 Yolu Allah tarif edeceğini söylüyor ve eğri yolların da olduğunu açıklıyor.

 

NAHL – 9:Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne). Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

 

Neden hacet namazı ile Allah’a sormuyorsunuz? Dünyayı da ahireti de cennette yaşatsın Allah.

 

YUNUS – 62:E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne). Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?

YUNUS – 63:Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne). Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

 

Amenu: “ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim Ve ben âmenû olanları ((Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar)” HUD-29

 

Allah söz verdimi değiştirilmez her iki tarafta da mutluluk vadediyor. 

 

YUNUS – 64:Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

 

YA KENDİMİZ YAPARIZ DİYE NEFSİNİZ İLE BAŞBAŞA KALACAKSINIZ VEYA ALLAH’ATESLİM OLMAK İÇİN BİR MEHDİNİZ (HİDAYETE ERMİŞ HİDAYETE ERDİREN) OLACAK

 

Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ilâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.

 

Allah’a emanet olun.

Doğan KUŞMAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir