Prof. Dr. TuÄŸ: FETÖ’yü HaÅŸhaÅŸilere benzetiyorum. Ä°slam dünyasında birtakım siyasi operasyonlara giriÅŸtiler

Prof. Dr. Tuğ FETÖ'yü Haşhaşilere benzetiyorum. İslam dünyasında birtakım siyasi operasyonlara giriştiler
Marmara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Salih TuÄŸ, “FETÖ’yü HaÅŸhaÅŸilere benzetiyorum. Bunlar gibi hareketler hep var. ABD’deki bir teÅŸkilatla iÅŸ birliÄŸi yaparak Ä°slam dünyasında birtakım siyasi operasyonlara giriÅŸtiler” dedi.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kurucu dekanı, 90 yaşındaki Prof. Dr. Salih Tuğ, yarım asırdan fazla süredir fikri ve ilmi çalışmalarıyla binlerce konferans, seminer, panel ve eğitim programlarında yer almasının yanında İslami ilimlerle ilgili akademik çalışma yapan pek çok talebeye yol gösterdi.
Ä°stanbul’un Aksaray semtinde 1930 yılında dünyaya gelen TuÄŸ, 1935’te YusufpaÅŸa Anaokulu, 1942’de Aksaray Ä°lkokulu, 1948’de Pertevniyal Lisesi ve 1954’te Ä°stanbul Ãœniversitesi Hukuk Fakültesinde eÄŸitim gördü.
TuÄŸ, lise yıllarından doktorasını yaptığı 1963’e kadar aletli jimnastik, atletizm ve kayak alanlarında girdiÄŸi yarışmalarda yaklaşık 20 kupa ve 40’a yakın madalya aldı.
Salih TuÄŸ, ilmi çalışmalar alanında faaliyet gösteren cemiyet ve vakıflarda 1970’lerden bu yana çeÅŸitli düzeylerde görev aldı.
Prof. Dr. Fuat Sezgin’in davetiyle Edebiyat Fakültesi Ä°slami AraÅŸtırmalar Enstitüsüne asistan olarak giren ve Ä°slam hukuk tarihi üzerine çalışmalar yapan Ä°slam hukuku profesörü Salih TuÄŸ, 1963 yılında “Ä°slam Vergi Hukuku’nun Ortaya Çıkışı” baÅŸlıklı tez çalışması ile Ä°stanbul Ãœniversitesi Edebiyat Fakültesinde doktorasını, 1969’da “Ä°slam Ãœlkelerinde Anayasa Hareketleri” çalışmasıyla doçentliÄŸi aldı, 1976 senesinde “Hadis Edebiyatı ve Zuheyr b. Harb” incelemesiyle de profesör oldu.
Prof. Dr. TuÄŸ, “Türkiye’nin YaÅŸayan Ä°lim Hazineleri” haber dosyası kapsamında AA muhabirinin sorularını yanıtlayarak, hayat hikayesi, ilmi çalışmaları, Türkiye’de din eÄŸitiminin tarihi, Ä°slam dünyasında son dönemde varlık gösteren “ÅŸiddet” eÄŸilimli akımlar ve terör örgütü FETÖ ile ilgili açıklamalar yaptı.
SORU: “Mübarek Ramazan-ı Åžerif ayı içerisindeyiz, lakin bu yıl farklı bir ramazan yaşıyoruz. Koronavirüs salgını sebebiyle Müslümanların çoÄŸunlukla zamanlarını evde geçirdiÄŸi bugünler için tavsiyelerinizi ve hislerinizi öğrenebilir miyiz?”
“Bismillahirrahmanirrahim. Tabii çocukken ramazanla ilgili önemli ÅŸey bayramın gelmesiydi; başı rahmet, ortası maÄŸfiret, sonu bayram yani kurtuluÅŸ ve insanın bir dehr-i selamete ulaÅŸması. Ramazan ayı nefisle mücadele, nefse dur deme ve onu disipline alma mevsimidir. Bir nevi insanlığın gidiÅŸatına doÄŸru bu bir ay bizim için temrin zamanı, mümarese yahut bugünün terimiyle antrenman zamanı. Bu sene ayrıca bir baÅŸka musibetle Allah bizi imtihana tabi tutmak istedi gibi duruyor. Ä°nÅŸallah duam o dur ki, bu Ramazanın sonunda sadece bayramı kutlamayız, aynı zamanda bu musibet insanlık üzerinde bir bela olmaktan gider ve böylece insanlık tekrar selamete ulaşır. Bu dualarla Ramazanımızın sonuna doÄŸru inÅŸallah bütün millet, Ä°slam alemi ve insanlık kurtuluÅŸ için gayret içinde olmalı diye düşünüyorum.”
SORU: “Ãœlkemizin zor zamanlardan geçtiÄŸi yıllarda yetiÅŸtiniz. Türkiye’nin farklı dönemlerine ÅŸahitlik ettiniz. YaÅŸadığınız çeÅŸitli zorluklara raÄŸmen ilim, irfan ve bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?”
SALÄ°H TUÄž: “Elimden geldiÄŸince bazı bilgileri nakledeceÄŸimi zannediyorum. Herkese söylemem, çünkü ‘el bereketu fil mechul (bereket bilinmeyendedir)’ ÅŸeklinde ifade edilen bir anlayışa sahibim.
1930’da Ä°stanbul’un Aksaray semtinde, Uzun Yusuf Sokağı’nda dünyaya geldim. Babam beni, -ileri görüş sahibi olduÄŸunu sonradan iyice anlıyorum- bir anaokuluna vermiÅŸ. Aksaray’da bulunan Murat PaÅŸa Camisi’nin karşısında Haseki Hastanesine çıkan bir yokuÅŸ vardır. O yokuÅŸun üzerinde YusufpaÅŸa Konağı’nda anaokuluna gittim.
Daha sonra Aksaray Ä°lkokuluna baÅŸladım. Babam beni birinci sınıfa yazdırmak için götürdüğünde, anaokulunda da okuduÄŸumu söyledi müdüre. Müdür beni imtihan etti ve ‘Birinci sınıfa girmesin, boÅŸuna bir sene okuyacak, ikinci sınıfa kaydedelim.’ dedi. Böylece 2. sınıftan ilkokula baÅŸladım.
Yalnız, ilkokulda okurken yaz tatillerinde bir baÅŸka hocam var. Bir hanımefendi… Hatırladığım kadarıyla soyadı ‘Gökçe’ idi. Ä°smini hiç duymadım, bilmiyorum. Arap Hoca diyorlar. Lakabı böyleydi. Sudanlı bir aile olduklarını hatırlıyorum. CerrahpaÅŸa’ya çıkarken, yokuÅŸ üzerinde sol koldaki bir çıkmaz sokakta otururlardı. Bu okul bir Kur’an kursuydu ama gayriresmi, kaçak, gizlice gidilen bir okuldu. Bu sebeple hocam hem ders okuturdu hem de devamlı pencereden, gelip geçenleri kontrol ederdi. Ben devam ettim ve böylece ilkokulu bitirdiÄŸimde Kur’an-ı Kerim’i iki defa hatmetmiÅŸ oldum.”
“Ä°stanbul mahalleleri ÅŸahsiyet sahibiydi”
SORU: “Bir Ä°stanbul beyefendisi olarak eski Ä°stanbul’dan ve mahalle kültüründen bahsedebilir misiniz?”
SALÄ°H TUÄž: “Bir Ä°stanbul efendisi olarak büyüdüğümü söylediniz, ben ona itiraz ediyorum. Ben bir mahalle çocuÄŸu olarak büyüdüm. Ä°stanbul ÅŸehrinde mahallelerin her birinin ayrı özellikleri vardır. Aksaray’da Åžekerci Mahallesi, Fatih’te Karagümrük Mahallesi, Beyazıt’ta Laleli Mahallesi, Kadırga Mahallesi, CerrahpaÅŸa’daki deÄŸiÅŸik mahalleler, bunlar hep ayrı tip insanlar yetiÅŸtirirler. Aksaray mahalleleri biraz dertlidir ama Karagümrük kavgacıdır, Laleli memur çocuklarının bulunduÄŸu mahallelerdendir. Kumkapı ise çok daha baÅŸkadır, çünkü orada Rumlar, Ermeniler vardır, kiliseler vardır. Samatya mesela ayrı bir mahalledir. Mahallelerin ayrı bir yetiÅŸtiriciliÄŸi vardır. Ben Aksaray’da iyi bir mahallede, mahalle hayatından çok istifade ettiÄŸimi düşünüyorum. Mahalle hayatı, mahalle ÅŸahsiyeti, mahalleye mensubiyet meseleleri devam ediyor mu bilmiyorum. Mahalleler, camisiyle, okuluyla, orada oturan insanlarla bilhassa temayüz eden mekanlardır, ÅŸahsiyetleri ve kimlikleri vardır. Mesela Horhor Caddesi meÅŸhur bir caddedir, Sofular Caddesi adı üzerinde sofuların bol olduÄŸu bir yer, orası da ayrı bir ÅŸahsiyettir. Yani mahalleler de bir ÅŸahsiyettir.”
SORU: “Sporla münasebetiniz nasıl baÅŸladı?”
SALÄ°H TUÄž: “Lise 9. sınıfa geçtiÄŸimde bu mahalle hayatından gelen hareketli yaÅŸayış, lisede beni spor alanlarına sevk etti. Pertevniyal Lisesinde arkadaÅŸlarla spor yapmaya karar verdik. Salonlarda hangi sporlar var, onlara bakmaya baÅŸladık. Duyduk ki CaÄŸaloÄŸlu’nda Eminönü Halkevi varmış, orada bütün spor dalları öğretilirmiÅŸ, top sporları, güreÅŸ, boks ve daha baÅŸkaları… Eskrim gibi sporlar yapılıyormuÅŸ salonda. Gittik baktık çok güzel bir salon, orada bir vesileyle aletli jimnastikte karar kıldık. Bu spor branşında 15 sene kesintisiz devam ettim. Bu sporun, hayatımda, yetiÅŸmemde, tıpkı anaokulunun oynadığı rol gibi disiplinli bir hayat sürmemde büyük rol oynadığını söyleyebilirim.
“Toshihiko Ä°zutsu, benden Kur’an dinlemek istedi”
SORU: “Musiki ile aranız nasıldı?”
SALÄ°H TUÄž: “Gökçe Hoca’dan Kur’an dersleri aldığımı söyledim. Kur’anı iyi okuduÄŸumu tahmin ediyorum. Kanada’da, tahsil hayatımda, bir burstan istifadeyle McGill Ãœniversitesine gittiÄŸimde, Toshihiko Ä°zutsu adında bir araÅŸtırmacı profesör çıktı karşıma. Onun seminerlerine devam ettim. Seminerler, McGill Ãœniversitesi Ä°slam AraÅŸtırmaları Enstitüsünde yapılırdı. O mekanda ayrıca cuma namazları da kılınırdı, derslerden ayrı olarak. Çünkü Müslüman ülkelerden gelmiÅŸ orada Ä°slam araÅŸtırmaları üzerine çalışan talebeler var. Cuma günü namazdan önce sırayla Kur’an okunurdu. Sıra bana geldiÄŸinde ben de okudum. Toshihiko Ä°zutsu duymuÅŸ bunu, ‘Bana tekrar bunu okur musun’ diye çok ısrar etti. Onun dışında bazı yerlerde Kur’an okuduÄŸumda okuyuÅŸumu çok beÄŸenirler.”
“BoÅŸ gezmemek için gittiÄŸim hukuk fakültesini bir daha bırakamadım”
SORU: “Hukuk fakültesini tercih etmenizdeki sebep neydi?”
SALÄ°H TUÄž: “Pertevniyal Lisesinde okurken merakım hep tıp üzerine geliÅŸti. Ortaokuldan itibaren hep tabip olmak, hekimlik yapmak istiyordum. Yalnız o zaman üniversiteye, lise notlarına göre alıyorlardı. Bu yüzden tıp fakültesine giremedim fakat kuvvetli arzum devam ediyordu. Birtakım kimselere müracaat ederek, tıbbiyede okumak istediÄŸimi söyledim. Bana yardımcı oldular ve tıp fakültesi dekanı beni ikinci dönem alacağına söz verdi. Ama iÅŸler planladığım gibi gitmedi. Şöyle düşündüm, ‘Üç ay ne yapacağım böyle, boÅŸ gezenin boÅŸ kalfası gibi dolaÅŸacak mıyım? Hukuk fakültesine yazılayım.’ dedim. Kaydımı oraya yaptırdım ama hukukçu olmak için deÄŸil, boÅŸ gezmemek için. GiriÅŸ o giriÅŸ. Hukuk fakültesinden ve hocalarımdan etkilendiÄŸim için orayı bir daha bırakmadım.
Hukuk fakültesindeki hayatımda, ikinci sınıftan itibaren, ‘bu sadece mezuniyetle olacak iÅŸ deÄŸil, doktora da yapmam lazım’ diye bir fikir hasıl oldu bende. Osmanlı devrinde idare hukukunun nasıl olduÄŸunu tespit etmek için bir doktora tezi yapmak istiyordum. Sıddık Sami Onar, Allah rahmet eylesin, bana ‘Ä°htisas çalışması yapacaksan Arapça bilmen gerek.’ dedi. Ondan sonra Mahmut Bayram Hoca ile Arapça çalışmalara baÅŸladım.
Bu arada Fuat Sezgin Hoca’yla tanışmış oldum. O da şöyle oldu. Benim orta mektepten itibaren kütüphanelerde çalışma alışkanlığım vardı. Ãœniversitede de lisans derslerimi çalışmaya baÅŸladığımda Fuat Sezgin’i üniversite kütüphanesinde gördüm. Ãœstünde bir memur gömleÄŸi ile kütüphane memurluÄŸu yapardı orada. O sırada doktora yapmak üzere edebiyat fakültesinde çalışıyormuÅŸ, ben bilmiyorum tabii, sadece onu bir memur gibi görüyordum. Ä°ÅŸte oradan bir iliÅŸkimiz oldu.
Hukuk fakültesi son sınıfta okurken edebiyat fakültesine Hindistan Haydarabad’dan bir hoca gelmiÅŸ. ArkadaÅŸlarım o hocanın derslerine gidiyor, beni de teÅŸvik ettiler, gittim. Orada baktım karşıma Fuat Sezgin çıktı. Arapçası kuvvetli olduÄŸu için, ders veren Muhammed Hamidullah’ı talebelere tercüme ediyordu. Böylece Fuat Sezgin Hoca ile görüşmeye devam ettik.
Ona mezuniyetten sonra Ä°slam hukuk tarihi üzerinde çalışmak istediÄŸimi söyledim. Ama Türkiye’de böyle bir branÅŸ yok. ‘El-Ezher Ãœniversitesine gitmeye karar verdim.’ deyince Mısır’a gitmem için bana destek oldu ama o dönem siyasi birtakım sorunlardan ötürü sürüncemede kaldı. Bir gün evde otururken akÅŸam üstü telefon çaldı. Arayan Fuat Sezgin, ‘Buyurun hocam’ dedim. ‘Salih, bir kadro temin ettik, Edebiyat Fakültesi Ä°slam AraÅŸtırmaları Enstitüsüne, burada çalışır mısın?’ diye sordu. ‘Doktora için Mısır’a gitmeye çalışıyorum, Ä°slam hukuk tarihi üzerine doktora yapacaksam gelirim.’ dedim. O da ‘Burada Hamidullah, Zeki Velidi Togan ve ben varım. Tarih bölümünün, filolojinin bu kadar hocası var. Tüm bunlarla beraber sen bunu yaparsın burada.’ dedi. Gittim konuÅŸtuk, beni Edebiyat Fakültesine doktora talebesi olarak kabul ettiler. GiriÅŸ o giriÅŸ, Mısır’a gitme projesi de öldü. Doktora yapma imkanım Ä°stanbul Ãœniversitesi Edebiyat Fakültesine geçmiÅŸ oldu. Fuat Sezgin’in, Hamidullah Hoca’nın derslerini tercüme etme görevini bana devrettiler, ben devam ettirdim. Hamidullah Hoca’yla da Arapçayı, çeviri üzerinden çalıştık. Ben tercüme yapardım, Hamidullah Hoca onları düzeltirdi. KeÅŸke o düzeltmeleri saklayabilseydim, her hafta bir gün iki saat kadar çalışırdık kendisiyle.
Fuat Sezgin, maalesef 1960 senesinde bir gadre uÄŸradı, onun neticesinde Almanya’da çalışmalarını ve mesleÄŸini devam ettirmeye karar verdi. Orada ‘Geschichte des Arabischen Schrifttums’ (Arap-Ä°slam Bilimleri Tarihi) adında 17 ciltlik eser ortaya çıktı.”
SORU: “Almanya’ya gitmeseydi belki o çalışmayı Ä°stanbul’da tamamlayacaktı deÄŸil mi?”
“Evet o kesin. Fuat Sezgin Hoca Ä°stanbul Ãœniversitesi Edebiyat Fakültesi Ä°slam AraÅŸtırmaları Enstitüsünde Müdür Yardımcısı sıfatıyla bu projeyi orada gerçekleÅŸtirmeyi istiyordu. Zaten kendisi vaktiyle bir kütüphane memuru olarak çalıştığı için orada ne gibi kıymetli eserler olduÄŸunu biliyordu. Muhtemelen benim gibi baÅŸka asistanlar vardı. Fuat Sezgin onlarla 7 kiÅŸilik bir ekip kurmak istiyordu. Zaten Ankara’dan üniversitede çalışmak üzere kadrolar tahsis ettirmek yoluna girmiÅŸti. Böylece bu heyeti teÅŸkil etmeye çalışıyordu. Ama bu 147’ler hadisesinde, o grubun içinde bulunması sebebiyle bu projesini maalesef Türkiye yerine Almanya’ya kaydırdı. Åžayet Fuat Sezgin, 27 Mayıs askeri darbesi sonrası Almanya’ya gitmek zorunda kalmasaydı, Türkiye’de kalsaydı, onun direktörlüğündeki bu 17 ciltlik Ä°limler Tarihi kitabı Türkçe yayınlanacaktı.”
SORU: “Akademik hayatınızın yanında uzun yıllar yöneticilik görevlerinde de bulundunuz. Biraz anlatır mısınız?”
SALÄ°H TUÄž: “1970 senesinde Yüksek Ä°slam Enstitüsüne Milli EÄŸitim Bakanlığı tarafından davet edilmek suretiyle 1 yıl müddetle beni memur ettiler. Daha sonra 1982 yılında Ä°stanbul Ãœniversitesi Ä°slam AraÅŸtırmaları Merkezindeyken Orhan OÄŸuz Hocanın daveti üzerine yeniden 1 sene için ama bu sefer dekan olarak ve vekaleten gideceÄŸim diye kararlaÅŸtırdık. Fakat o bir sene, 12 sene uzadı, 1994’e kadar Marmara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi Dekanı olarak çalıştım. Hocanın ricasını kıramadım doÄŸrusu. Hakikaten Orhan OÄŸuz gerçek hocalardan bir hocadır. Pedagojisi çok kuvvetlidir. Ä°nsani iliÅŸkileri çok yamandır. O ustalık sebebiyle beni her sene ikna etmiÅŸtir.”
SORU: “Endülüs Ä°slam medeniyetinden baÅŸlayarak, Zeytune, Karaviyyin, el-Ezher, BaÄŸdat, Nizamülmülk, Osmanlı Ä°stanbul Medreseleri gibi Ä°slam medeniyetinin kurucu merkezleri var. Bu merkezlerin din anlayışındaki temel zemin ve ortak noktalar nelerdir?”
SALÄ°H TUÄž: “Tarihi kayıtlardan istifade suretiyle baÅŸlangıca gidecek olursak, Peygamberimizin zamanında eÄŸitim, öğretim meseleleri nasıl ele alındı? Mekke’den hicretten sonra oluÅŸan toplum ÅŸartlarında Müslümanların ihtiyaçlarına cevap vermek ve bunun için gerekli vasıtalara müracaat etmek Peygamberimizin uhdesindeydi. Bu yüzden Mescid-i Nebevi’yi bir okul olarak kullandı. Mescid-i Nebevi’nin arka saflarında son cemaat yerlerindeki bu oluÅŸuma suffa dediler, suffa alanı. Bu suffa alanında Müslümanlara Ä°slam’ın ve Kur’an-ı Kerim’in esaslarının ezberletilmesi, yayılması ve Peygamberimizin getirdiÄŸi dinin neler olduÄŸuna dair dersler verilirdi. YetiÅŸmiÅŸ sahabeler, talebe-hoca iliÅŸkisi içerisinde henüz yeni Ä°slam’a giren kimselere bunu anlatırlardı.
Selçuklular, Orta DoÄŸu’ya indiÄŸinde ve devletlerini kurduÄŸunda Nizamülmülk’ün idaresinde Nizamiye Medreseleri diye bir hareket baÅŸlatıldı. Camiden farklı olarak içerisinde sırf eÄŸitimin yapıldığı binalar teÅŸekkül edilmek üzere vakıflar ihdas edildi. Bu vakıflar vasıtasıyla, devlet emirlerinden ve güdümünden ayrı, vakıfların idaresinde medreseler ihdas edilmeye baÅŸlandı Ä°slam coÄŸrafyasında. BaÄŸdat, Basra, Åžam, Filistin, Anadolu’da ve nihayet oradan da Balkanlar’da medrese sistemi baÅŸladı. Bu sistem 19. ve 20. asra gelip dayandığında Türkiye’de de medreseler her ÅŸehirde yaygın vaziyette bulunuyordu. Horhor Caddesi’nde bile bir medrese olduÄŸunu ben biliyorum. Tabii Fatih taraflarında büyük camilerin etrafında medreseler zaten vardı.”
“Türkiye’de 16 yıl dini eÄŸitim yasaklandı”
“Nihayet bu dediÄŸim olayların arkasından Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve onun en önemli kanunlarından Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile 1924 yılında Türkiye hudutları dahilinde medrese olarak gösterilen bütün eÄŸitim ve öğretim müesseseleri kapatıldı. Sonra 1933’de Darülfünun varken Ä°stanbul Ãœniversitesinin kurulmasıyla ilgili bir üniversite reform kanunu çıkartıldı. Bu kanunun üniversite teÅŸkilatı bölümünde bütün fakülteler sayılırken ilahiyat fakültesi kayıttan düşürülmüştü. Ä°radi olarak, isteyerek, bilinerek ve ÅŸuurla bu ilahiyat fakültesi kaldırılmıştı. Böylece ilahiyat fakültesi 1933’deki üniversiteler kanunuyla ortadan kaldırılmış oldu. Oysa 1924’te kabul edilmiÅŸ olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu içerisinde, bu kanunun aleyhinde tadilat yapılamaz diye hüküm vardı. Kanunun bu hükmünün iÅŸlemesi ancak 1949 senesinde Ankara Ãœniversitesinde bir ilahiyat fakültesi açılmasıyla ortaya çıkartıldı.
Din eÄŸitimi müesseselerinin, Cumhuriyet devrindeki geliÅŸmesi bu ÅŸekildedir.1933’teki Ãœniversite Reformu Kanunuyla Türkiye’de organik bir biçimde din eÄŸitimi ve öğretimi yapmak bir nevi yasaklandı ve tamamen kapatıldı. Zaten medreseler 1924’te kapatılmıştı. Ä°mam hatip mektepleri ve Yüksek Ä°slam Enstitüleri de 1949 senesine kadar kapatılmış oldu ya da üniversite programından çıkartılmış oldu diyebiliriz.”
“Kendi fıkhi görüşlerimle gelecek nesilleri baÄŸlamak istemiyorum”
SORU: “Ä°slam dünyasında özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminde ortaya çıkan bazı zararlı akımlar, diÄŸer Ä°slam ülkelerinde hızla yayılmışken, Türkiye’de kitleselleÅŸemedi. DiÄŸer Müslüman ülkelerin çoÄŸunda yaygınlaÅŸan bu akımların Türkiye’de o çapta yaygınlaÅŸamamasını neye baÄŸlıyorsunuz?”
SALÄ°H TUÄž: “Tabii bu büyük bir tecrübe olan Osmanlı kültürünün özellikle eÄŸitim ve öğretim hayatının getirdiÄŸi bir neticedir. Medreselerin kurulmasından evvel Ä°slam dininin esaslarının yavaÅŸ yavaÅŸ insanlar tarafından anlaşılmaya baÅŸlaması sebebiyle ayetler üzerine farklı yorumlar da getiriliyordu. Bu farklılıklar, sahabenin anlayışlarına göre deÄŸiÅŸiyordu. Farklı düşünceler toplumda hayatiyet görebiliyordu. Ä°mam Malik’in görüşünü ifade ettiÄŸi bir misal vermek istiyorum. Emevi Halifesi farklı fetvalardan doÄŸan anarÅŸiyi engellemek için bir gün Ä°mam Malik’e müracaat ediyor. Ä°mam Malik’e, ‘Senin Muvatta adlı fıkıh kitabını esas almak istiyoruz.’ diyor. Bakın Ä°mam Malik’in cevabı çok kıymetli, ‘Ben Muvatta adlı kitabımda savunduÄŸum fikirlerle gelecek nesilleri ve insanları baÄŸlamak istemiyorum. Herkes düşüncesinde serbesttir.’ diyor.
Bir de bunun karşısında bildiÄŸimiz gibi birtakım grupların zor ve ÅŸiddet kullanarak fikirlerini ve mezhebi kanaatlerini veyahut fıkhi fetvalarını bütün insanlara teÅŸmil etmek üzere hareket etmesi, Ä°slam’ın bu baÅŸlangıçta saydığım hoÅŸgörü anlayışına aykırı ÅŸeylerdir. Bir Müslüman adayını ele alırsak, çocukluÄŸunda mesuliyeti yoktur. Ama buluÄŸ çağından sonra mesuliyetler baÅŸlar. O kimsenin artık yaptığı, söylediÄŸi, düşündüğü ÅŸeylerde kendini kontrol altında tutması lazımdır. Åžimdi bu ÅŸiddet hareketlerinin önlenmesi ve insanların bu hoÅŸgörüyü anlayabilmesi için bir yetiÅŸmiÅŸliÄŸe sahip olması lazım. Bu yetiÅŸmiÅŸliÄŸe uÄŸramayan kimse, bu geliÅŸmiÅŸlik içerisinde deÄŸilse tabii ÅŸiddete baÅŸvurabilir. Belli eÄŸitim süzgecinden geçirmek suretiyle onların olgun bir fikre sahip olması için yardımlar yapılması lazım. Bu, insanlık vasfının yükseltilmesi, yüceltilmesiyle ilgili bir meseledir.”
“FETÖ HaÅŸhaÅŸiler gibidir”
SORU: “15 Temmuz darbe giriÅŸimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ’ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiÄŸi zararlar nelerdir?”
SALÄ°H TUÄž: “Türkiye’mizde toplum çeÅŸitli cemaatlerle de teÅŸekkül edebiliyor. Bunlar itimat edilen bir muallimin etrafında toplaÅŸmak suretiyle de ortaya çıkabiliyor. Bir ÅŸarlatanın etrafında farkına vararak veya varmayarak toplaÅŸmak suretiyle de teÅŸekkül edebiliyor. Yani hayra dönük cemaatler de olabiliyor, ÅŸerre dönük cemaatler de olabiliyor. Fetullah Gülen de kendi topluluÄŸunu böyle oluÅŸturdu. Sonradan bu toplanmalar bir kuvvet haline gelince birtakım baÅŸka maksatlara da yönelindiÄŸini okuyoruz, dinliyoruz. Ama aynı zamanda olaylardan da anlıyoruz. O ÅŸer tarafına nasıl yöneldi bu cemaat? Ben FETÖ’yü HaÅŸhaÅŸilere benzetiyorum. Bunlar gibi pek çok irili ufaklı hareketler hep vardır. Ama bu hareket kendisini küresel hale getirmek için bütün tedbirleri alacak birtakım vasıtalara müracaat edebilmiÅŸtir. Bir siyasi otoriteye itaatle yapıyor bu hareketi. Amerika’daki bir teÅŸkilatla iÅŸ birliÄŸi yapmak suretiyle Ä°slam dünyasında birtakım siyasi operasyonlara giriÅŸtiler. Böyle bir görev verilmiÅŸ bunlara adeta.”
Kaynak: AA