‘Türk milletinin Peygamber Efendimize olan aÅŸkı, sevdası ve Kur’an-ı Kerim’e olan hürmeti bir baÅŸkadır’

'Türk milletinin Peygamber Efendimize olan aşkı, sevdası ve Kur'an-ı Kerim'e olan hürmeti bir başkadır'

'Türk milletinin Peygamber Efendimize olan aşkı, sevdası ve Kur'an-ı Kerim'e olan hürmeti bir başkadır'

Marmara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Hayrettin Karaman, “Türk milletinin Peygamber Efendimize olan aÅŸkı, sevdası ve Kur’an-ı Kerim’e olan hürmeti bir baÅŸkadır. Bu, Türk milletinin belirleyici bir özelliÄŸidir.” dedi.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Hayrettin Karaman, yarım asırdan fazla süredir fikri ve ilmi çalışmalarıyla binlerce konferans, seminer, panel, vaaz, hutbe, kurs, yazılı ve görsel medya programı ile eğitim programlarında yer alarak eğitim, öğretim, tebliğ ve irşad faaliyetlerini sürdürüyor.

Çorum’da 1934 yılında dünyaya gelen Karaman, bir kış günü anneannesinin, evin bir köşesinde fısıltı halinde okuduÄŸu Kur’an-ı Kerim’den etkilenerek kendini, 15 yaşında Ä°slami ilimlere adamaya karar verdi. Ä°mam hatip okuluna baÅŸlayana kadar çeÅŸitli hocalardan medrese usulü Emsile, Bina ve Maksud dersleri aldı.

Yayınlanmaya baÅŸladığı günden bu yana Yeni Åžafak gazetesinde köşe yazarlığı da yapan Prof. Dr. Karaman, Konya Ä°mam Hatip Okulu’nun ardından Ä°stanbul Yüksek Ä°slam Enstitüsünde öğrenim gördü. Karaman, iki yıl Ä°stanbul Ä°mam Hatip Okulu’nda meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştıktan sonra Ä°stanbul Yüksek Ä°slam Enstitüsünde fıkıh asistanı oldu.

Aralarında bugünün tanınmış ilim ve fikir adamlarından olan binlerce öğrenci yetiÅŸtiren Karaman, 1971 yılında Ä°zmir Yüksek Ä°slam Enstitüsüne tayin edildi. 1975’te Ä°stanbul Yüksek Ä°slam Enstitüsüne geri döndü. Yüksek Ä°slam enstitülerinin ilahiyat fakültelerine dönüşmesinin ardından akademik çalışmalarını tamamlayarak doktor, doçent ve profesör unvanlarını aldı. 2001 yılında üniversitelerdeki başörtüsü yasağına karşı çıkarak Marmara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesindeki görevinden ayrıldı.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, “Türkiye’nin YaÅŸayan Ä°lim Hazineleri” haber dosyası kapsamında AA muhabirinin sorularını yanıtlayarak hayat hikayesi, ilmi çalışmaları, köklü din eÄŸitiminin önemi ve Ä°slam dünyasında son dönemde varlık gösteren “ÅŸiddet” ve “terör” eÄŸilimli akımlarla ilgili deÄŸerlendirmelerde bulundu.

Mübarek Ramazan-ı Şerif ayı içerisindeyiz lakin bu yıl farklı bir ramazan yaşıyoruz. Koronavirüs salgını sebebiyle Müslümanların çoğunlukla zamanlarını evde geçirdiği bugünler için tavsiyelerinizi ve hislerinizi öğrenebilir miyiz?

“Kamil insan ve güzel kul olabilmek için nefis terbiyesine ihtiyaç vardır. Terbiye, tedip eÄŸitimi, kamil eÄŸiticiler tarafından yapılır. Onların uyguladıkları bir eÄŸitim yöntemi de uzlettir. Yani belli bir süre yalnız kalmaktır, uygun bir mekana kapanıp insanlarla ve tabiatla alakayı kesmektir. Bu durumda insan kendini kendinden ve Rabb’inden uzaklaÅŸtıran, araya giren masivaya arkasını döner. Özünü ve kalbini kendine ve Rabb’ine yöneltme fırsatı bulur. Namazı ve zikri daha bir baÅŸka, tefekkürü daha derin olur. Asıl vatanından ayrı düşmüş olan ruh kendini kuÅŸatan masiva duvarlarını bu uzlette ÅŸeffaf hale getirir. BaÅŸ gözüyle göremediklerini kalp gözüyle görme fırsatını yakalar. Åžimdi biz bu salgın yüzünden bir cebriuzlet yaşıyoruz. Oruç birçok ÅŸey ile alakamızı kesiyor, kalanı ile de bu uzlet kesiyor. Åžu halde bugünleri biz insanı kendine getiren ve kemale erdiren uzlet eÄŸitimi olarak deÄŸerlendirmeye bakmalıyız. Ä°nsanın iç dünyası son derecede geniÅŸ ve zengindir, aldatıcı ve oyalayıcı dış dünyadan biraz da bu muhteÅŸem aleme yönelmeye çalışalım.”

“Ãœlkemizin zor zamanlar geçirdiÄŸi yıllarda yetiÅŸtiniz, Türkiye’nin farklı dönemlerine ÅŸahitlik ettiniz. YaÅŸadığınız çeÅŸitli zorluklara raÄŸmen ilim, bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?”

“Bu sorunun cevabı aslında sorunun içerisinde gizli. Çünkü tam da sizin söylediÄŸiniz gibi bizim kültürümüzü, medeniyetimizi sahih olarak dinimizi öğrenmenin zor olduÄŸu bir zamanda yetiÅŸtik. 1934’te doÄŸduÄŸuma göre 16 yılım tek partili dönem içerisinde geçti. Dolayısıyla ilkokulu o dönem içerisinde okudum. Bu tür konuÅŸmalarda hep söylerim, çocukluÄŸuma dair ÅŸu iki ÅŸeyi hiç unutamıyorum; Birincisi, ailemiz bize ‘Evde dinimizle, yakın tarihimizle ve bazı ÅŸahıslarla alakalı olarak evde konuÅŸulan ÅŸeyleri ev dışında özellikle okulda katiyen söylemeyeceksiniz. Sadece orada size ne öğretiliyorsa onu imtihanda hakkıyla tekrar edeceksiniz.’ derdi. Ä°kinci olarak da ilkokulda 5 yıl okuduk ve bu 5 yıl içerisinde, mesela benim okulumun karşısında cami var. Orada ‘Tanrı uludur, tanrı uludur…’ diye ezan okunurdu, bir tane öğretmenin cumaya gittiÄŸini görmedik. OkuduÄŸumuz sürece bir tane öğretmenin ders icabı veya ders dışı Allah’tan, Peygamber’den ve Ä°slam dininden söz ettiÄŸini, hele hele müspet söz ettiÄŸini hiç ama hiç duymadık.”

“EÄŸitim hayatınız nasıl baÅŸladı?”

1934 senesinin ÅŸubat ayında Çorum’da doÄŸmuÅŸum. Ä°lkokula giderken tabip olmak istiyorum ama babam demirci ve beni yanına çekmek istiyor. Demircilik zor bir meslek; isli, paslı o mesleÄŸi sevmem mümkün deÄŸil. Gerçi tatillerde körük çekerek yardım ediyorum falan ama severek deÄŸil, babam istediÄŸi için yapıyordum. Okumak da istiyorum, tabip olmayı kafama koymuÅŸtum. Babamın bu teklifini reddetmiÅŸtim. O da “Peki madem okumak istiyorsun öyleyse seni okula yazdıralım.” dedi. Ortaokula bir yıl devam ettim. Orada bir hocanın haksız yere kızların ve oÄŸlanların önünde elimi açtırıp bir metre cetvelle elime kötü bir ÅŸekilde vurmuÅŸ olması ile sınıftan çıktım ve bir daha artık okulla gönül ve fikir alakamı kestim.

Ondan sonra birçok macera var, oraları uzatmayalım ama ÅŸunu söyleyeyim; sadece okul ile alakamı kesmekle kalmadım, anne ve babamın yanına da dönmedim artık. Çorum’u gizlice terk ettim. 13-14 yaÅŸlarında Ankara’ya gittim, orada 3 ay bir bavul kapağına koyduÄŸum öteberiyi satarak iÅŸportacılık yaptım. Sonra iÅŸte çalışırken bir hemÅŸehrimize rastladım, annemin hastalandığını falan söyledi. Ona dayanamadım ben de geri döndüm. Dönünce babam, ‘Bir daha aman kaçayım deme sen ne istiyorsan onu yap.’ dedi. Ben de ‘Terzi olacağım’ dedim. O da ‘Peki’ dedi. Çünkü baktım terzilik temiz, giyim kuÅŸam iyi. Bir yıl da terziliÄŸe devam ettim. Orada da başıma bir kalfa musallat oldu. Bir gün istediÄŸi uygunsuz bir ÅŸeyi yerine getirmediÄŸim için bayağı bir yumruk attı omzuma. Böylece terzilik macerası da orada bitmiÅŸ oldu. Yani bizim iÅŸler ya bir cetvelle ya bir yumrukla bitiyor. Demek ki Allahutaala baÅŸka bir vazife ile tavzif edeceÄŸi kulunu böyle imtihanlarla sınıyor.”

Anneannesinin Kur’an-ı Kerim okuyuÅŸu hayatını deÄŸiÅŸtirdi

“Peki Kur’an-ı Kerim ile nasıl tanıştınız?”

“Terzilikten de ayrılınca kendi kendime, ‘Bari yaşımı büyüteyim de askere gidip geleyim. O önümden bir çıksın’ diye düşünerek yaşımı büyütmeye teÅŸebbüs ettim ama yine de onun bir süresi vardı ben de onun için bekliyorum. Bir kış günü dışarıda kar yağıyor, pencereden dışarıyı seyrediyorum. DoÄŸrusu o zamanlar seküler bir hayat yaşıyorum, arkadaÅŸlarım var, kahveye gidiyorum, kağıt oynuyorum, sinemaya gidiyorum. Neyse ben pencereden dışarıdaki kar yağışını seyre dalmışken ebem de arka planda fısıltı halinde Kur’an-ı Kerim okuyor. Yani tarif edilemez bir tatlılık esti o taraftan benim tarafıma doÄŸru. Beni çekti, cezbetti. Kalktım ve pencerenin oradan yanında gittim. ‘Ebe’ diyoruz biz anneanneye, ‘Ebe! ben de bu Kur’an-ı Kerim’i okuyup öğrenmek istiyorum.’ dedim. Ä°ÅŸte o seküler hayatla bu teklif arasında bir tezat olduÄŸu için bu teklifin ciddi olması şüpheli olur. Onun için böyle; eskiden gümüş çerçeveli gözlükler olurdu, burnun ön tarafına konurdu, ebem başını eÄŸip gözlerini kaldırarak onun üst tarafından baktı bana ve ciddi olduÄŸumu anlayınca anında gözlerinden yaÅŸlar geldi. ‘Peki. Bir abdest al gel, ben de bir cüz bakayım.’ dedi. Geldim Nas suresini açtı ve böylece bugünkü maceram baÅŸlamış oldu.”

“Çorum’da üç gün Emsile (Arapça dil bilgisi) kitabı aradık, bulamadık”

“Arapça eÄŸitiminiz nasıl baÅŸladı?”

“Bir hafta ebemde okudum ve Kur’an-ı Kerim okumayı söktüm. Sonra, ‘Ben tam tecvitli okumuyor olabilirim. Yanlış öğrendiÄŸinde onu düzeltmek daha zor olur. Seni Kur’an kursuna gönderelim.’ dedi. Kur’an kursuna gittim, hızlandırdım, tecvit okudum falan. Sonra bir yol ayrımına geldim. Ya bundan sonra hıfza baÅŸlayacağım ya da yaşım olmuÅŸ 16 askere gideceÄŸim çünkü askere gitmek için yaşımı büyütmüştüm. Bu arada Kur’an-ı Kerim hocam Çerkez Hafız Kemal Efendi, alim bir zat olduÄŸu için ve benim dersimi kendi dinlediÄŸi için ara ara bazı ayetleri tercüme ediyordu. Bu sefer bendeki Kur’an okuma aÅŸkı, onu anlama aÅŸkına dönüştü. MeÄŸer asıl zevk buymuÅŸ. Yani ‘Biz bal kavanozunu dışından yalıyormuÅŸuz, bunun tadı içindeymiÅŸ.’ diye düşündüm. Hocama, ‘Ben de sizin gibi okuduÄŸumu anlamak istiyorum.’ dedim. O da bana cevaben, ‘O çok zor, çok uzun bir iÅŸ.’ dedi. Ä°ÅŸte bu benim için çok önemli bir olaydır. Yani yapamazsın anlamında biri bana bir ÅŸey söylemeli. Sonra hocama, ‘Bana okutur musunuz?’ diye sordum. O da ‘Ben memurum, devlet memuruyum, benim okutmam yasak, okutamam.’ dedi. Ben de ‘Peki ne yapacağız, ben bunu okumak istiyorum.’ deyince hocam, ‘O zaman bir hocaefendi var, Ahıskalı. Oradan, zulüm gördükleri için kaçmışlar, Çorum’da bakkallık yapıyor. Server Efendi adında bu zat, birkaç kiÅŸiyi okutuyor sen ona bir git.’ dedi. Böylece bizim medrese usulü Arapça okuma iÅŸi baÅŸlamış oldu.

Allah razı olsun hoca kabul etti ama dedi ki ‘Biz biraz ilerledik bunu bitirince tekrar baÅŸa döneceÄŸiz. Sen o zamana kadar Molla Yahya diye birisi var, o da bakkal, git ondan Emsile, Bina, Maksud oku.’ Yani Arapça gramerinden ilk kitapları. ‘Onları oku sonra biz tekrar ederken bize yetiÅŸmiÅŸ olursun.’ Öyle söyleyince ben de hocaefendiye gittim ama bu sefer o da dedi ki ‘Git bir Emsile bul gel.’ Düşünün Çorum’da vaktiyle üç medrese varmış ama o yıllarda üç gün aradık bir tane Emsile kitabı bulamadık.”

“Neden bulamadınız hocam?”

“Çünkü kitaplar ya gömülmüş ya da yakılmış korkudan. Kimin evinde Arapça, Osmanlıca kitap bulmuÅŸlarsa ona eziyet etmiÅŸler. Onun için de hocalar ya saklamış, gömmüş ya da imha etmiÅŸ.”

“Benim için imam hatibe girmiÅŸ olmak Mecnun’un Leyla’sına kavuÅŸması gibiydi”

“Ä°mam hatip okuluna baÅŸlama hikayenizden de bahsedebilir misiniz?”

“AskerliÄŸe gitmek için yaşımı büyüttüğümden imam hatip okuluna baÅŸlamaya yaşım yetmiyor. Konya Ä°mam Hatip Okulu’na kayıt için baÅŸvurmuÅŸtum, oraya gitmek istiyorum. Düşündüm ki zaten benim asıl yaşım daha küçük, ben kendim büyüttüm. Sonra elimle doÄŸum tarihimi evrak üzerinde 1934 olarak düzelttim. Önce aldılar tabii o evraka göre 1 ay kadar da okudum. Hem de iyi okudum yani biraz da gecikmiÅŸtim ama müsamaha ettiler. Beni özel olarak ikiÅŸer imtihan yaptılar. Ä°yi de notlar aldım, söylediÄŸim gibi bir aÅŸk var, artık uçuyorum yani benim için imam hatip okuluna girmiÅŸ olmak Mecnun’un Leyla’sına kavuÅŸması gibiydi. En son coÄŸrafya dersine kalktım, sözlüden 8 aldım. Hala hatırımda ders bitmeden kapı çalındı, katip geldi; ‘Hayrettin Karaman! seni müdür çağırıyor.’ dedi. Tabii ben bilmiyorum bir okula gittiÄŸiniz zaman nereden geldiyseniz, hangi okuldan ayrıldıysanız, oradan dosyanız yeni kayıt yaptığınız okula geliyormuÅŸ. Ä°ÅŸte o 1 ay içerisinde benim dosyam da buraya gelmiÅŸ ve bakmışlar ki ben o deÄŸilim, o da ben deÄŸil. Müdürümüz hem avukat hem de medresede de okumuÅŸ, Ali Rıza UÄŸurlu adı, Allah gani gani rahmet eylesin iyi insanlar ama bu tabii tehlikeli bir iÅŸ. Müdür, ‘Ya oÄŸlum sen çok iyi, çalışkan bir çocuksun ama aÄŸabeyinin evrakını almış getirmiÅŸsin, üzerinde de oynama yapılmış, senin kendi evrakın yok mu?’ diye sordu. Ben olup biteni bu sefer aÄŸlaya aÄŸlaya anlattım ona, o da çok müteessir oldu ama ‘YapabileceÄŸim bir ÅŸey yok ancak seni ÅŸikayet etmem, sen beni görmedin buraya da gelmedin, ÅŸu andan itibaren de ben seni görmeyeyim.’ dedi.

Milli Eğitim Müdürü, yetkisini imam hatip okulu lehine kullanmadı

Böylece ben 1951’de imam hatibe girdim, bir ay da okudum, birinci dönem notlarım da iyiydi fakat okuldan çıkartıldığım için 1952’de okula baÅŸladım. O yıl içerisinde yeniden ilkokul imtihanlarına girdim, resmen engelleri ortadan kaldırdım. YaÅŸ tahsisi yaparken doÄŸum yılımı 1935 olarak deÄŸiÅŸtirdim ve nihayetinde 17 yaşımda görünüyorum. Neyse geldim kayıt olmaya tekrardan ama bu sefer de ’17 yaşındakileri almıyoruz.’ dediler. Halbuki mevzuata göre 17 yaşındakiler de Milli EÄŸitim Müdürlüğünün tensibiyle alınabiliyor. Milli EÄŸitim Müdürüne çıktım ben de ‘Ben imam hatibe gitmek için sizden yardım istiyorum.’ dedim. O zamanki Milli EÄŸitim Müdürü olumsuz bir tavır sergiledi: ‘Ya sen aklı başında bir çocuÄŸa benziyorsun, bak ÅŸurada ortaokul var, ÅŸurada ticaret okulu var, orayı iste göndereyim, ne yapacaksın bu imam hatipte?’ dedi. Ben de ‘Ama benim bütün emelim, arzum imam hatibe gitmek.’ dedim. Müdür de ‘Öyleyse çık’ dedi. Yetkisini imam hatip okulu için kullanmıyor, diÄŸer okullara gitmemi istiyor.

“Ä°mam hatibe girebilmek için Milli EÄŸitim Bakanına telgraf yazdım”

Neyse otele döndüm, otelde kalıyordum. Gene çok müteessir olarak geldim. Oturdum, Milli EÄŸitim Bakanı’na uzunca bir telgraf yazdım, yakındım, halimi arz ettim ve postayla gönderdim. Bir gün yahut iki gün sonra o zamanın Milli EÄŸitim Bakanı, Maarif Vekili Tevfik Ä°leri’ydi, ondan cevap geldi bana: ‘Gözlerinden öperim, okuma sevgini takdir ettim, tebrik ederim. Ä°stediÄŸin imam hatip okuluna git, kaydını yaptır.’ Ben de bu cevabı aldım, imam hatip mektebine gittim beni kayıt etsinler diye. Müdür vekili, ‘Bu bana hitap etmiyor, beni ilgilendirmez, ben seni kayıt edemem.’ dedi. Telgrafı ben yazdığım için bana cevap verilmiÅŸ. Ben de ‘Bu bana hitap ediyor ama git imam hatibe kaydettir diyor, ben kendimi nasıl kaydedeyim.” diye biraz da ukalaca cevap verince bağırdı, kovdu beni huzurundan. Bu sefer daha uzun bir telgraf yazdım, iÅŸte o telgrafın cevabı bana gelmedi. DoÄŸrudan Milli EÄŸitim Müdürlüğüne gelmiÅŸ, mektuptaki emir yerine getirilmediÄŸi için galiba fırçalamış ki, Milli EÄŸitim Müdürünün evrak memuru iki gün beni Konya’da aramış. Elinde bir klasör içerisinde bana hitaben yazılmış bir yazı. Nihayetinde buldu, onu aldık götürdük, sonra kaydettiler. Ä°mam hatibe giriÅŸim böyle oldu.

Ondan sonra imam hatipte okuduÄŸum yedi sene içerisinde her yıl ve her dönem iftihara geçecek kadar çalıştım ve diÄŸer yandan da dışarıda bulduÄŸum hocalarımdan Çorum’da baÅŸladığım o eski medrese usulü derslere devam ettim. Öğrendiklerimi de arkadaÅŸlarıma okuttum.”

“Peki hocam Konya’dan Ä°stanbul’a geliÅŸ nasıl oldu?”

Evet, oradan mezun olduk. Lise 1’de evlendim, okulu bitirinceye kadar iki çocuÄŸum oldu ve maiÅŸet için imamlık yaptım. Bu sırada da Ä°stanbul’da Yüksek Ä°slam Enstitüsü açıldı. Ben de muhakkak oraya gitmek istiyorum. Ä°mtihanla alıyorlar, zamanı gelince Ä°stanbul’a gittim. Kur’an-ı Kerim’den, Arapçadan ve de genel olarak Ä°slam bilgisinden imtihan ediyorlar. Ä°mtihanı kazandım fakat taÅŸradan gelip girmek isteyenleri devlet yatılısı olarak alıyorlar, Ä°stanbul Ä°mam Hatip’ten mezun olanları gündüzcü olarak alıyorlar. Ben nasıl yatılı talebe olacağım; evliyim, yasak ama ben de okumak istiyorum. Ben de evli olduÄŸum bilgisini yazmadım ve böylece girdim.”

“Kendinizi nasıl bir ilmi sürekliliÄŸin devamı olarak görüyorsunuz? Hayat yolculuÄŸunuzda sizi etkileyen ÅŸahsiyetlerden ve sizi motive eden hususlardan bahsedebilir misiniz?”

İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü hocaları arasında çok değerli insanlar vardı. Alim, dava sahibi, yönlendirebilen, etkili, kişiliğinizi ikmal eden, tekmil eden, sizi iyi bir Müslüman, size bu fikri, bu azmi, bu niyeti, bu programı aşılayan ve başlatan hocalar vardı.

Mesela bunların başında Mahir Ä°z Hoca vardır. Dersi de anlatır ama asıl davasını anlatır. Yani biz neredeyiz? Nerede duruyoruz? Buraya nereden geldik? Bu yer bizim yerimiz mi ve nereye gitmemiz lazım? Bunun için ne yapmalı? Ä°ÅŸte Mehmet Akif Ersoy’dan ÅŸiir okur, kendi hocalarından tanıdığı büyük ÅŸahsiyetlerden bahseder, heyecanlanır.

Nihat Sami Banarlı diye bir edebiyat hocamız vardı. Bizim kültürümüz, medeniyetimiz ve dilimiz bakımından mesela bu zatın müspet etkisi oldu. Åžerif Hazım Bey diye bir zat vardı Irak Kralı Faysal’ın dayısı. Hem tabipti hem de edebiyat fakültesi okumuÅŸ birisiydi. Peygamber Efendimize aşıktı ve Arapçası, Ä°ngilizcesi, Fransızcası çok mükemmeldi. Onunla da yakın olduk, evine gittik, oturduk, sohbetlerini dinledik. Sonradan biraz aramızın ÅŸekerrenk olduÄŸu Ahmet DavudoÄŸlu Hocamız vardı. Ahmet DavudoÄŸlu Hoca ile de çok geceler birlikte olduk. O da Bulgaristan’da bizim tek parti döneminde Türkiye’de yaÅŸanan maceraya benzer ÅŸeyler yaÅŸamış, hatta daha kötüsü komünizm gelmiÅŸ orada, iÅŸkencelere maruz kaldığı için onları anlatırdı. Ayrıca El-Ezher’de Mustafa Sabri Efendi’nin sohbetlerinde bulunmuÅŸ, dizinin dibinde olmuÅŸlar. Oralardan nakiller yapar, bazı önemli ÅŸeyleri anlatır yakın tarihimizle alakalı, onlardan naklederdi.

Merhum Ömer Nasuhi (Bilmen) Hoca derste Türkiye tarihiyle alakalı pek bir şey anlatmazdı. O konuya girmezdi yani belki de müftü olduğu için biraz çekingendi açıkçası. Bir de o idamları falan görmüş bir insan yani onun belki ders arkadaşlarından bir kısmı sürgüne gönderilmiş, bir kısmı hapse gönderilmiş, bir kısmı idamla yargılanmış bunları görmüş ama özel sohbetlerde size itimat ediyorsa o da güzel şeyler anlatırdı.

“Talebe yetiÅŸtirmek rahat döşekte olmaz”

Saffet Efendi diye bir zat vardı Ermenekli Saffet Efendi. Bize derse gelmedi fakat onun ev sohbetlerine biraz devam ettik. O ev sohbetlerinde yakın tarihimizle ilgili çok önemli ÅŸeyler anlattı. Düşünün ki kendisi fıtıktı, oturup çok konuÅŸtuÄŸunda bağırsakları husyelerine iniyordu, ÅŸiÅŸiyor rahatsız oluyordu. Bu olunca ‘Bana yarım saat müsaade edin çocuklar’ diyordu. Gidiyordu sırt üstü yatıp yavaÅŸ yavaÅŸ masaj yaparak o bağırsağı tekrar yerine getiriyor, sonra gelip ders anlatmaya devam ediyordu. Åžimdi bu olaylar insanı çok etkiliyor. ‘Bu böyleyse’ diyorsunuz, ‘Bu böyle olmalı’ diyorsunuz. Bu iÅŸ öyle rahat döşeÄŸinde olmaz. Öyle maaşını al, gözünü yum, vazifeni yap. Bu, bundan ibaret deÄŸil. Bu zatın bu iÅŸten bir beklentisi yok, maaÅŸ almıyor, evine gidiyoruz, rahatsız ediyoruz çay falan da ikram ediyor. Kendini ÅŸu hale getiriyor bize bir ÅŸeyler anlatabilmek, bizi bilinçlendirebilmek, bize yol gösterebilmek için.

“Topçu’nun evinde Mehmet Akif Ersoy ve Adolf Hitler resimleri yan yana duruyordu”

Topçu (Nurettin Topçu) çok edepli bir insan. Hem Avrupa’da doktora yapmış, orayı iyi biliyor hem de Ä°stanbul’da derviÅŸ olmuÅŸ. Ali Fuat BaÅŸgil’e çok hürmet ederdi. Bir gün BaÅŸgil Hoca, ‘Ben bir gideyim Yüksek Ä°slam Enstitüsündeki çocuklara bir bakayım, burada ne oluyor, ne okutuluyor, bu çocuklar nasıl?’ diye merak etmiÅŸ, Nurettin Topçu ile beraber gelmiÅŸler. Yemekhanede toplandık, şöyle bir etraflarına halka olduk. Kaza, kader icabı bir ÅŸeyler konuÅŸtuktan sonra bana soru tevcih etti. Yani ben kalkıp da bir ÅŸey demedim, elimi de kaldırmadım. Bana birkaç soru sordu ben de cevap verdim. Çok sonra benden müspet bir ÅŸekilde bahsedilmiÅŸ bir yerde Topçu Hoca da ‘ama kibirli’ demiÅŸ. Böyle bir teÅŸhis koymuÅŸ, onun teÅŸhisi çok önemli, ben kendimi yokladım, kibirli olmadığımdan emin olduÄŸum için ÅŸuna yorumladım iÅŸi: ‘Ben Ä°stanbul adabını bilmiyorum. Ben Anadolu çocuÄŸuyum, bana soru tevcih eden Ali Fuat BaÅŸgil karşısında duruÅŸum ve kullandığım kelimeler ona göre sadece adaba aykırı deÄŸil, ayrıca kendini bir ÅŸey zannetmekten kaynaklanıyor.’ intibasını vermiÅŸ. Hocayla bu intiba ile baÅŸladık ama sonradan çok sevdi ve takdir etti. Bu sefer gıyabımda çok kez lehimde ÅŸeyler söylemiÅŸ.

Topçu Hoca’nın sohbetlerine, bayram ziyaretine, evine ya da bir yerde konuÅŸması falan olursa gider dinlerdik. Evine ilk gittiÄŸimizde kitapların olduÄŸu bir dolabın üstünde bir çerçeve içerisinde iki tane resim ilgimi çekti. Resimlerden biri Mehmet Akif Ersoy diÄŸeri de Adolf Hitler’in idi. Ne kadar enteresan deÄŸil mi? Åžimdi ben tefsir ediyorum; Topçu Hoca kafa yapısı itibarıyla, ruh yapısı, hedefleri itibarıyla Akif, aksiyoner olması itibarıyla de Hitler… Hitler’in yapıp ettiklerini onaylıyor anlamında deÄŸil ama azimli, kararlı ve aksiyoner olmak gerekir, galiba o tarafıyla ilgileniyordu.

“Muhammed Hamidullah’ın saltanatta, sultanlıkta gözü yoktu”

Çok etkilendiÄŸim bir baÅŸka insan Muhammed Hamidullah’tır. Hoca da doÄŸrudan doÄŸruya benim talebe olduÄŸum sürece Ä°stanbul Yüksek Ä°slam Enstitüsünde dersimize gelmedi ama Edebiyat Fakültesi’nde ders veriyordu, onun dersine gidiyordum. Yıllar geçtikçe biraz daha tanıştık hatta Tayyar Altıkulaç Hoca ile bu Türkiye Diyanet Vakfının finanse ettiÄŸi Ä°SAM adıyla kısaca anılan Ä°slam AraÅŸtırmaları Merkezi kurulduÄŸu zaman, Hamidullah Hoca da Paris’te, onu Paris’ten Ä°stanbul’a davet etmek üzere gittik. ‘Elden gelen en güzel, en müreffeh hayatı size saÄŸlayalım, siz Ä°SAM’da bulunun, size baÅŸvursunlar, baÅŸvuralım.’ diye söyledik. O da, “Orada siz kardeÅŸlerim varsınız, oranın bana haceti yok ama buranın bana haceti var. Onun için ben burada kalayım.’ dedi ve kabul etmedi. 90 küsur basamakla çıkılan, asansörü olmayan bir buçuk odalık bir evde hayatını devam ettirdi. Biz ona, Vahdettin Köşkü vardır, BoÄŸaz’a nazır bir yer, orayı restore ettiriyordu vakıf, orada bir yer verecektik ama onun öyle saltanatta, sultanlıkta gözü yok.”

“O yıllarda tanıdığınız önemli ÅŸahsiyetlerden bahsedebilir misiniz?”

“Osmanlı’nın son zamanında bir uyanış vardı. ‘Nerede hata ettik’ sorusu sorulmuÅŸ ve ıslahata yönelmiÅŸler. Orada deÄŸerli insanlar var, ben o dönemin insanlarının hayatlarını, eserlerini okudum. Mehmet Akif, Ä°skilipli Atıf Efendi, Åžeyh Said, Ahmet Naim Efendi, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır gibi pek çok ismin maceralarını ve kitaplarını okudum. Meraklı olduÄŸum için bana verilenle yetinemiyorum. Hem bilgi hem aksiyon olarak daha fazlasının peÅŸinde olduÄŸum için böyle kimseleri buldukça görmeye gayret ettim. Mesela, babamın arkadaşı manifaturacı Enver Amca vardı, bana Ä°stanbul’dan kitap getiren. Yine Ä°stanbul’a gittiÄŸi bir seferinde orada bir sohbet olmuÅŸ, Bediüzzaman merhumdan bahsedilmiÅŸ, sohbette birileri; ‘Kamil Miras nasıl biridir?’ diye bir hocaya soruyorlar. Hoca cevaben, ‘Kamil Miras, Türkiye’de bir tanedir.’ demiÅŸ. Hocaya tekrar sormuÅŸlar, ‘Peki Bediüzzaman nasıldır?’ Hoca, ‘O kürre-i arzda bir tanedir.’ demiÅŸ. Bu zat bana, ben imam hatip öğrencisiyken bunu anlattı. Hemen karar verdim ben de Kamil Miras ölmüş, onun eserlerini okumalıyım. Bediüzzaman hayatta bunun hem kitabını okumalıyım hem de kendisini görmeliyim. Ä°kisini de yaptım.”

“Endülüs Ä°slam medeniyetinden baÅŸlayarak, Zeytune, Karaviyyin, el-Ezher, BaÄŸdat, Nizamülmülk, Osmanlı Ä°stanbul Medreseleri gibi Ä°slam medeniyetinin kurucu merkezleri var. Bu merkezlerin din anlayışındaki temel zemin ve ortak noktalar nelerdir?”

“Bu medreselerin bir kısmı fıkıh mezhepleri olarak farklı yaklaşımlarda olabilir. Mesela bir adam medresede ‘Åžafii fıkhı okutulacak’ diye vakıf yapabiliyor, öteki tarafta da Hanefi veya Maliki fıkhının okutulması üzerine bir baÅŸkası vakıf kurabiliyor. Bu medreselerin kurucu iradelerinde fıkıh mezhepleri farklı olduÄŸu gibi itikadi mezhepleri de Maturidi ve EÅŸari olarak farklılık gösterebilir. Bütün bu bölgelerdeki medreselerin tamamı ehlisünnettir, ‘Ehlisünnetin ÅŸubeleri’ diyebiliriz yani Maturidi ve EÅŸari’dir. Medreselerin en önemli ortak noktaları budur.

Bazı medreseler ile bazı tarikatlar arasında zaman zaman mücadele olmuÅŸtur. Yani birisi medrese ilmini küçümser, ‘Ä°lham, keÅŸif ve seyru süluk yoluyla ancak hakikate ulaşılabilir’ diye düşünür. DiÄŸeri ise tekkeye karşıdır ve bunlar sapkın, ilm-i zahir olmadan olmaz, ‘Bunlar insanı ehlisünnet ve sahih Ä°slam’dan çıkartırlar’ diye suçlayabilir. Halbuki bunun sahihi şöyle olmuÅŸtur; az veya çok tahakkuk da etmiÅŸtir. Sufiyenin önemli bir kısmı aynı zamanda ilm-i zahiri de okumuÅŸtur yani alimdir, ilimsiz olmaz. Medrese müderrislerinin bir kısmı da seyru süluk yapmıştır, tasavvuf terbiyesi görmüştür. Mesela bunların zirvesi Ä°mam Gazali’dir. Bilgisinde ve kiÅŸiliÄŸinde daha sonraları beyan, irfan, burhan diye anlatılan bilgilenme yollarını kendinde cem etmiÅŸtir. Nizamiye Medresesi’nin en önemli hocalarından bir tanesiyken Gazali, yani öyle ki ilm-i zahiri hatmetmiÅŸ, birden fazla dalda hala daha okunan çok önemli eserler kaleme almış, bir anda karar veriyor ve diyor ki ‘Bu yol olsa olsa beni ‘ilm’el-yakin’e ulaÅŸtırıyor ama bunun bir de ‘ayne’l-yakin’i ve ‘Hakka’l-yakin’i var. Bu yoldan ulaÅŸamam, bunun için ayrı bir eÄŸitim, terbiye ve bir mürÅŸidin elinde seyru süluka ihtiyaç var.’ Terk ediyor bu saltanatı ve gidiyor önce Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın yanında bir odada çile çıkartıyor.

Bu kemalat, medresenin kamil tedrisi ve tekkenin tedibi ile mezcettiÄŸiniz zaman oluyor. Bu tedris ve tedibin tesirine bakın ki bugün ümmet hala “Ä°hya-u Ulumi’d-Din”i okuyor. Sahih Ä°slam’ı orada öğrendiÄŸini kabul ediyor ve yol alıyor. Medrese ve tekkenin birbiriyle çatışmadığı, tedrisin tedipten; tedibin de tedristen nasibini aldığı sürece ümmetin çok önemli iki ilim ve irfan pınarı olmuÅŸtur.”

“Türkiye’de bir tarihten itibaren halkın dini, kültürü ve medeniyeti yönetim tarafından zorla deÄŸiÅŸtirilmek istenmiÅŸ”

“Ä°slam dünyasında özellikle Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun çöküş döneminde ortaya çıkan tek doÄŸrucu ve tekfirci zararlı akımlar diÄŸer Ä°slam ülkelerinde hızla yayılmışken Türkiye’de kitleselleÅŸemedi. DiÄŸer Müslüman ülkelerin çoÄŸunda yaygınlaÅŸan bu akımların Türkiye’de o çapta yaygınlaÅŸamamasını neye baÄŸlıyorsunuz?”

“Biraz evvel anlattığım ilmi temsil eden ulemanın tedris ve tedipleri derece derece halka inmiÅŸtir. Halk alim olmasa bile ifratsız ve tefritsiz bir Ä°slam’ı öğrenmiÅŸ, bazı kusurları, eksikleri de olsa onunla amel etmiÅŸtir. Köylüsü, kentlisi, esnafı hepsi böyledir. Fakat Türkiye’de bir tarihten itibaren halkın dini kültürü ve medeniyeti yönetim tarafından zorla deÄŸiÅŸtirilmek istenmiÅŸ. Bunun için de ÅŸiddet kullanılmış. Ä°dam, darp, sürgün vs. Bundan dolayı halk korkmuÅŸ ve sinmiÅŸ. Fakat her zaman böyle durumlarda olduÄŸu gibi suyun yüzünden suyun altına geçmiÅŸ. Evlerde, sohbetlerde ya da özel iliÅŸkilerde bu bahsettiÄŸim özü doÄŸru olan halk Ä°slamı’nı yaÅŸatmışlar ve aktarılabildiÄŸi kadar aktarılmış. Bir diÄŸer örnek olarak ise ÅŸunu anlatmak isterim; Bir ramazan ayıydı, Azerbaycan’ın Åžeki adında bir ÅŸehrine gittik. Cemaat gayet hevesli, Türkiye’den hocalar gelmiÅŸ Kur’an okuyacaklar falan ama camide ağır bir içki kokusu var. Biz ÅŸaşırdık tabii. Onların ‘kadı’ dedikleri Selim Efendi adında bir zat var. BabayiÄŸit bir adam, ‘Hoca’ diyelim yani Selim Efendi kıpkırmızı oldu. Neyse sıra konuÅŸmalara geldi, Selim Efendi “Eksiklerimizden dolayı bizi ayıplamayın, biz bu komünistlerin baskısı altında 70 yıl Ä°slam’ı avucumuzun içinde ateÅŸ saklar gibi sakladık.’ dedi. Bu, önemli bir ÅŸey. Tabii iÅŸte Ä°slam’ı avucunun içinde ateÅŸ saklar gibi saklarsan bu sefer ancak özü kalıyor. Birçok detay, teferruat unutuluyor, eksiliyor. Ä°ÅŸte bu örnekler halktan halka bütün zorluklara raÄŸmen intikal meselesi var. Medrese mensuplarının ehlisünnet itikadına sadakati var.”

“Türk milletinin Peygamber Efendimize olan aÅŸkı ve Kur’an-ı Kerim’e olan hürmeti onu diÄŸer Müslüman toplumlardan ayırır”

“Türk Toplumunun kendine has özelliÄŸi nedir?”

“Sonradan Müslüman olmuÅŸlara, mühtedilere bakarsanız, dini hayata ciddi sarılma ve eksiksiz icra etme azmi görürsünüz. Anneden babadan Müslüman olmuÅŸ insanlarda ise gevÅŸemeler olur. Zaman içerisinde onun imanı, heyecanı, aÅŸkı gevÅŸiyor. Mesela Araplar zamanında en başında Efendimiz’le (Hz. Peygamber) muhatap olmuÅŸlar, Efendimiz’le muhatap olanlardaki aÅŸkı, heyecanı hepimiz biliyoruz. Yani oradan aldığı ateÅŸle adam neredeyse dünyayı fethedecek ama zaman içerisinde o ateÅŸ söne söne, gevÅŸeye, gevÅŸeye bir noktaya gelmiÅŸ. Biz Türkler de 8. yüzyıldan itibaren kitle olarak Ä°slam’la tanışmışız. Ben bunu ihtidaya benzetiyorum. Onun ciddiyetine, tavizsizliÄŸine benzetiyorum. Türklerin Ä°slam’a sıkı sıkıya sarılmasını böyle tutkulu aşık olmasını saÄŸlayan iki ÅŸey var; biri Peygamber Efendimiz, diÄŸeri Kur’an. Onun için Türk milletinin Peygamber Efendimize olan aÅŸkı, sevdası ve Kur’an-ı Kerim’e olan hürmeti bir baÅŸkadır. Bu, Türk milletinin belirleyici bir özelliÄŸidir.”

“Yoldan çıkmış, ÅŸiddet taraftarlarının ortak özelliÄŸi ilim ve usül eksikliÄŸi”

“Osmanlı’nın çöküşü ve Ä°slam dünyasının merkezini kaybediÅŸiyle birlikte coÄŸrafyamızın farklı bölgelerinde emperyalizme karşı direniÅŸ, bağımsızlık mücadeleleri, iÅŸgale karşı hareketler geliÅŸti. Bugün ise birçok yerde başı sonu hesap edilmemiÅŸ sözde cihat fetvalarıyla Müslümanları kaosa, teröre ve ÅŸiddet sarmalına sürükleyen DEAÅž benzeri terör akımları ve bölücü guruplar var. Siz bu ve tahrip edici yapıları nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?”

“Åžimdi bu bahsettiÄŸiniz yoldan çıkmış, ÅŸiddet taraftarı, cahil; kafiri bırakıp Müslüman’ı öldüren insanlarda ortak özellik olarak ilim ve usul eksikliÄŸi vardır. Bir de tabii bunların proje olanları var. Yani bunların bir kısmında ilim ve usul eksikliÄŸinden dolayı taassup ve hedefini ÅŸaşırmışlık var. Bu yüzden de ümmete ve Ä°slam’a zarar veriyor. DiÄŸer kısmı ise söylediÄŸim gibi projeden dolayı böyle. Modern sömürgecilerin doÄŸrudan doÄŸruya kendi hazırladıkları, yetiÅŸtirdikleri ve soktukları kiÅŸilerdir. Bunlar onlardan neÅŸet ediyor maalesef.”

“15 Temmuz darbe giriÅŸimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ’ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiÄŸi zararlar nelerdir?”

“Öncelikle FETÖ, bu gücü nasıl elde etti, insanları çevresine nasıl topladı? bunu sormalıyız. Bu güç, insan kaynağı ile olur. Evvela siz zenginleri, bürokrasiyi, askerleri kendinize köle yapacaksınız. Hatta yurt dışına açılacaksınız. O ülkelerde sizi seven önemli insanlar elde edeceksiniz. Sizin iyi, faydalı ve tam aranan insan olduÄŸunuza onları inandıracaksınız. İçeride de bir kısım insanları “bu devirde böyle olunmalı” diye kandıracaksınız. ‘Åžu merhalede bunları yapalım, her ÅŸeyin bir zamanı var ÅŸimdilik şöyle bir Ä°slam anlatalım. Ä°nsanları böyle celbedelim.’ diye düşünüyorlar. Genel olarak yani köleleÅŸtirdiklerinin dışındakileri böyle kandırıyorlar. Burada takiye yapıyorlar. Ä°lim adamıysanız, ona mensup olanlarda ya da söylemleri içerisinde hatalar görüyorsunuz. Ä°fratlar görüyorsunuz fakat diyorsunuz ki eÄŸer bu iÅŸe cemaat ve tarikat olarak bakarsak çoÄŸunda bu gibi durumlar var. Adam liderini fevkalade, tek kabul etmezse ondan karizma olmazsa ona baÄŸlanmıyor. Ben de affedersin bir hocayım 60’a yakın kitap yazmışım ama ben karizma yolunu tercih etmemiÅŸim. Onun yolu, yöntemi var onu yaparsın. O yöntemi kullanırsın keramet de olur melamet de olur. Sen uçmazsan bile uçururlar. O yolu tercih edersen ama. Fakat o yolu tercih ettiÄŸinde mensuplarını mankurtlaÅŸtırırsın. Sana akıllarını teslim ederler. Öyle olunca o kiÅŸi onları istediÄŸi gibi kullanır ve iÅŸte 15 Temmuz darbesini de yaptırır.

“Kötülük; vahiy, keÅŸif ve ilhamın anlamlarının bozulmasından çıkıyor”

Evvela söylediÄŸim gibi karizma sahibi bir kiÅŸiyi çevresinin onu tek adam kabul etmesiyle oluyor. Kimse darılmasın ben tasavvufa, tarikata karşı deÄŸilim ama bu durum, adına ‘cemaat’ denilen tarikatların tamamında bir ölçüde vardır. Onların tamamına yakını kendi mürÅŸitlerinin bir tane olduÄŸunu ve yanılmaz olduÄŸunu ve bir ÅŸekilde o bilginin mürÅŸitlerine kitaplardan deÄŸil Peygamber ve Allah’tan geldiÄŸini kabul ederler. Ä°ÅŸte iÅŸin özü bu. Burası, ehlisünnet Ä°slamı’nın, o bahsettiÄŸim tedip ve tedris, yani Ä°mam Gazali örneÄŸinde olduÄŸu gibi bunları ÅŸahsında cem eden insanların koyduÄŸu Ä°slam’a aykırıdır. Çünkü Ä°slam’da bir temel akaid vardır ve orada ittifak edilmiÅŸtir. Bu akaid, vahiy ile keÅŸif ve ilhamı ayırır. KeÅŸif ve ilhamı vahye tabi kılar. Vahiy de Peygamber ile sonlandırılmıştır. Bu ilke ortadan kaldırıldığı, sarsıldığı, delindiÄŸi ve zayıfladığı için oluyor olanların hepsi. Bütün kötülük buradan oluyor.”

“Kontrolsüz güç, felakettir”

“FETÖ’nün ülkemizi ve milletimizi hedef alan darbe giriÅŸiminden ne tür dersler çıkarılmalı ve böyle durumların yaÅŸanmaması için sizce neler yapılmalı?”

HAYRETTÄ°N KARAMAN: “Hayatım boyunca elimden geldiÄŸince Ä°slami gruplarla iyi iliÅŸki içerisinde olmaya çalıştım, aralarındaki bürudeti (soÄŸukluk) gidermeye, onları bir müşterek hizmete davet etmeye çalıştım. Hasta olmama raÄŸmen hala bunun için çalışıyorum. Onun için de insanları darıltmak, küstürmek veya üzmek istemiyorum. Zor bir soru çünkü sorduÄŸunuz soru. Fakat ÅŸu kadarını söylemeye mecburum; ‘Kontrolsüz güç felakettir.’ EÄŸer bir oluÅŸum, bir güç, oluÅŸumu ÅŸeffaf, açık deÄŸilse yani kontrolsüz ise 15 Temmuz veya ona benzer bir tehlike o tarz bir güçten her zaman beklenebilir. Onun için bu oluÅŸumun adı, ÅŸekli ne olursa olsun herhangi bir harekete kalkıştığında önlemek lazım. Yani böyle bir oluÅŸumda böyle bir imkan oluÅŸuyorsa bunu ortadan kaldırmak lazım. Bu oluÅŸumları ortadan kaldırmaktan bahsetmiyorum. ArkadaÅŸ zahirde sen ne diyorsun “Ben Ä°slam’ı öğretmek ve insanları insan-ı kamil yapmak istiyorum.’ demiyor musun? O zaman güzel, sana kim mani olur, her ÅŸeyin açık olsun. Gelirin, giderin belli olsun. Nereden, ne yaptığın belli olsun. Malın, mülkün nedir belli olsun. Bu bilinsin, yaptığın faaliyetler de bilinsin. Ondan sonra yap, Allah razı olsun.”

Kaynak: AA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir