Yaşadığımız Olaylardan Bir Mesaj Alabiliyor muyuz?

YAŞADIĞIMIZ OLAYLARDAN BİR MESAJ ALABİLİYOR MUYUZ?

 

Bu konuda insanların bir ders aldığını veya yaşanan ilahi mesajdan bi haber olduklarını görüyorum. Belki bir elin parmakları kadar az Allah’a yakın olan insanlar için bu ilahi mesajlar çok önemlidir de bu Allah’a yakın kişileri önemseyen kimseyi bulamazsınız.

 

Hâlbuki ilahi mesajda açıkça belirtilmiş “BİLMEZSİNİZ”

 

BAKARA – 216:Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

 

Demek ki insanlar Allah’ın mesajından bir şey öğrenemiyorlar veya mesajı öğretecek birine sahip değiller.  Rabbimiz siz bilmezsiniz derken hiç bilinmez demek istemiyor, bilen mutlaka var da siz sorup öğrenmezsiniz demek istiyor.

 

ENBİYA – 7:Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.

 

Zikir ehli denince konuştuğum bir kelam profesörü “Kur-an-ı Kerimi iyi bilen kişiler çünkü Kur-an-ı Kerim bir zikirdir” demişti.

Kendi eğitimi açısından haklıydı, çünkü öyle öğretilmişti.

Ama Rabbimiz başka bir ayette zikrin yirmi dört saat farz olduğunu vahy ederken, zikir ile kuranı ayırmıştır.

 

NİSA – 103:Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât (salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ (mevkûten).Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.  

 

Rabbimiz Allah adının söylenmesini her şeyden üstün tutmuştur.

 

ANKEBUT – 45 :Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).Kitaptan sana vahy edilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

 

Demek ki zikir ehli denilince düşüneceksiniz kırk defa yutkunacaksınız ve onlar hakkında kötü söz söylemeyeceksiniz. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmış tevazu sahibi bir insanı basit görmeniz, sizdeki şeytanda da olan kibrinizdendir. Bu nedenle de dünya ve ahiret hayatını azapla yaşarsınız.

 

BUNLARI ANLATIRKEN BİR HATIRLATMA OLSUN DİYE ALLAH’IN SÖYLEDİKLERİNİ PAYLAŞTIM.

 

Bu ülke Allah’ın ülkesidir ve bir kader yaşar. Kıyamete yakın bahsedilen nimetin tamamlanması bu dönemde gerçekleşecektir.

 

İnsanların Allah’ın teslim dinini (teslimden kasıt ruh, fizik beden, nefs ve iradeyi Allah’a teslim edilmesi) öğretilmeden ve yaşadıkları günün olaylarında çözümü bilmeden tartışılıp duruyorlar.

 

O zaman bu yaşanan ekonomik saldırı, eğer bizler Allah’ın istediği bir ekonomiyi yaşasaydık, yani paramız Osmanlı gibi altın karşılığı para olsaydı; enflasyonun sıfır olduğu bir ortam da kimse bizi etkileyemezdi.  Ama içimiz deki ve dışımızdaki faiz lobileri bunun karşısında olmaları hatta bu neden ile devlet büyüklerimizin öldürülmesi normal olmuyor mu? Ülkemizin başında olan ve altın para dediği halde kendi partisi bile dillendiremiyor. Neden?

 

Evet, faizin sıfır olduğu ve faiz olmadığı bir ortamda bereketin çok artacağı bir hayatı istemez misiniz?

 

BAKARA – 275 :Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess(messi), zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Riba (faiz) yiyenler, kabirlerinden ancak şeytan çarpmasından hırpalanmış bir kimse gibi kalkarlar. İşte bu, onların: “Fakat alışveriş faiz gibidir.” demeleri sebebiyledir. Allah, alışverişi helâl; faizi haram kılmıştır. Bundan sonra, Rabbinden kendisine öğüt gelen kimse (ona uyarak) artık (faizden) vazgeçerse, o taktirde geçmiş olan (önceden aldığı faiz) onundur ve onun işi (onun hakkındaki hüküm) Allah’a aittir. Ve kim de (faizciliğe) dönerse, işte onlar, ateş ehlidir. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.

 

 

Tabi ki bankalar ne olacak dersiniz; bankalar kanununu değiştirip kar zarar ortaklığı yapar ve bankaları yatırımcı kişilerin fizibilitelerini inceleyip ekipmanlarını da vererek yatırım için gerek nakdi borç olarak değil, iş ve kapital ortaklık olarak yaparsa, işletmenin üretip kara geçmesi ile banka karın yarısını alır. Bu şekilde bankada parası olanlar faiz değil alın teri ile kazanılmış paradan hissesine düşen kadarı hesabına geçer. Bu neden ile halkımız güvensizlikten oluşan yastık altında diye ifade edilen tonlarca altının cebindeki parayla bir farkı olmayacağı için bankaya gönül rahatlığı ile yatırır. Devletin sahip oldu miktar her gün yatırımlara aktarılarak paranın tabana yayılması ve akşama tekrar bankaya dönmesi ülkemizin ekonomisini canlandırır. Bu ülkemizde zekât verecek kimse bulamazsınız demektir.

 

Bu yazıyı neden yazdık, bu ülke Allah’ın ülkesidir ve Allah’ın parası olan altın parayı kullanmak zorundadır. Eğer ilgili kimseler akıl edemezse yaşadığımız bu olaylar bizleri altın paraya dönmemiz için bir müjde diye biliriz. Rabbimiz hiçbir şeyi boşuna yapmaz.

 

Osmanlı gibi Türk devletlerinin tevhit içinde olmasını ister Rabbimiz. Bu birlik mutlaka olacaktır. Nasıl mı kendimize seçtiğimiz dost ülkelerden gördüğümüz ihanetin sonucu Türk cumhuriyetler birliği mutlaka olacaktır. 

 

Nasıl mı? Düşünün şu sıra kendimizi çok güçlü sandığımız dönemde Rumlar ile olan savaşta yenileceğiz; Rumların arkasında destek verenleri bugün dost gördüğümüz ülkeler olduğunu görünce ne yapacağız? Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun Türk devletlerinin birleşmesi mücadelesi nedeni ile şehit edildiğini düşünemiyor muyuz?

 

Velhasıl sonuçta bir inanan ve inanmayan savaşına gireceğiz bu sadece Müslümanlardan olacak diye kendinizi kandırmayın. Nice Müslüman gibi olupta inanmayanların yanında yer alacakları unutulmamalı (Suudi kıralı gibi) içimizdeki dindar görünen hainler gibi. İdrak etmemiz için on beş temmuz Allah’ın bir lütfu oldu.

 

Peki, kafamızı çarpa çarpa mı öğreneceğiz? Yoksa Allah’ın teslim dinini yaşayarak her yönden güçlü bir devlet olabilmek için dönemin müceddit’ine ulaşarak Allah’ın istediği yönde Ondan icazet alarak Allah’ın doğrularını yaşamak daha doğru değil mi? Osmanlı sultanları bile savaşa çıkmadan şeyhülislâmdan icazet almıyorlar mıydı?

 

ÖRNEKLEME YAPARSAK;

 

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar… Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir… “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı? şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:

“Neme lâzım be Sultânım!

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!
“Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.
Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir…
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdîk eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi’ye ise bu tür tenbihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.

İlgili mektup, Topkapı Sarayı‘nda sergilenmektedir.

 

PEKİ, NEDEN BİR HACET NAMAZI KILARAK DÖNEMİN İMAMINI ALLAH’A SORMUYORUZ?

 

Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ilâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.

Allah’a da güvenmiyorsanız daha çok ihanet yaşarız.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir