Namibya, Uluslararası Adalet Divanında Almanya’yı 20. yüzyılın ilk soykırımını yapmakla suçladı

Namibya, Uluslararası Adalet Divanında Almanya'yı 20. yüzyılın ilk soykırımını yapmakla suçladı

Namibya, Uluslararası Adalet Divanında Almanya'yı 20. yüzyılın ilk soykırımını yapmakla suçladı

Uluslararası Adalet Divanında (UAD) İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki uygulamalarının hukuki sonuçlarının ele alındığı duruşmalarda Namibya, Almanya’yı 20. yüzyılın ilk soykırımını yapmakla suçladı.

Hollanda’nın idari başkenti Lahey’deki Barış Sarayı’nda faaliyetlerini yürüten UAD’de, İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki uygulamalarının hukuki sonuçlarının ele alındığı duruşmalar sürüyor.

Duruşmalarda Namibya adına söz alan Adalet Bakanı Yvonne Dausab, konuşmasını Filistin atkısıyla yaptı.

Şubat başında hayatını kaybeden Namibya Cumhurbaşkanı Hage Geingob’un “Barışsever hiçbir insanın Gazze’de Filistinlilere karşı yürütülen katliamı görmezden gelemeyeceği” sözlerini alıntılayan Dausab, şunları kaydetti:

“Almanya’nın 20. yüzyılın ilk soykırımını (Namibya’daki) Herero ve Nama halklarına karşı vahşice gerçekleştirdiği bir ülkenin temsilcisi olarak karşınızdayım. İşgal sömürgeciliğinin, sistematik ayrımcılığın, apartheid’in ve bunların kökleşmiş sonuçlarının acı ve ıstırabını çok iyi bilen bir ülkenin… Namibya, işte bu tarihe sahip olması nedeniyle, Filistin’in İsrail tarafından savunulamaz işgali konusunda bu mahkemenin huzuruna çıkmayı ahlaki bir görev ve kutsal bir sorumluluk olarak görmektedir.”

Siyah Afrikalıları hedef alan ırkçı politikalar ve apartheid yasalarının uygulanmasının, bugün Filistinlilerin “topraklarına ve mülklerine el konulmasına, zorla yerinden edilmelerine, ciddi hareket kısıtlamalarına maruz kalmalarına, yasa dışı yerleşimlere ve yasal cinayetlere” neden olmaya devam ettiğini anlatan Dausab, mahkeme heyetine seslenerek, “Sizden bir kez daha, 57 yıldır boğucu bir işgale katlanan, topraklarına el konulan bir halkın temel haklarını koruyarak, tarihi ve süregelen adaletsizliğe son vermenizi istiyoruz.” diye konuştu.

Dausab, “Bugün Filistinliler, kuşatma altındaki Gazze Şeridi’nde toplu cezalandırmaya maruz kalmakta, siviller yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş ölçekteki ayrım gözetmeyen bombardımanlarda öldürülmektedir. Bu durum, bu yeryüzü cehennemi, dünyanın ortak vicdanında bir lekeyi temsil etmektedir.” dedi.

“Uygar uluslar, yaraları kanlar içinde kalmış çocukların, çaresizlik içinde ağlayan kadın ve erkeklerin görüntülerini kabul edemez ve etmemelidir.” ifadesini kullanan Dausab, Uluslararası Adalet Divanının vereceği tavsiye kararının, Filistinlilerin bağımsızlık için verdiği uzun mücadelede önemli bir an olacağını kaydetti.

Duruşmada Namibya adına söz alan Londra Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü Phoebe Okowa ise İsrail’in Fiilistin topraklarındaki işgalinin hukuka aykırı olduğunu, Divan’ın daha önceki kararlarında, işgal yoluyla toprak ilhak etmeyi yasakladığını söyledi.

İsrail’in Filistin’deki ırkçı ve ayrımcı uygulamalarının uluslararası hukukun temel insan hakları sözleşmelerine ve prensiplerine aykırı olduğunu belirten Okowa, “Bu fiiler BM sözleşmesinin ilke ve amaçlarının açıkça ihlali anlamına gelmektedir.” dedi.

Okowa, “Mahkemeden, apartheid yasağının geçen yüzyıldaki Afrika ile sınırlı olmadığına hükmetmesini istiyoruz. Bu yasak, İsrail’in bugün işgal altındaki Filistin topraklarında uyguladığı politikaları da kapsamaktadır.” ifadesini kullandı.

İsrail’in sadece Yahudilere hak tanıyan ve Filisitinlilerin kendi kaderini tayin hakkını inkar eden uygulamalarının bir yanlışlık sonucu değil kasten uygulandığını vurgulayan Okowa, “İsrail’in işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin yaşamının her alanına nüfuz eden sistematik ırk ayrımcılığına ve baskıya son verme görevi vardır. İsrail, Filistin topraklardaki işgaline son vererek, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını özgür bir Filistin devletinde gerçekleştirmesine saygı göstermelidir.” diye konuştu.

Okowa, “Namibya mahkemeden, BM Genel Kurulu tarafından İsrail’den işgali koşulsuz sona erdirmesinin istenmesi için kesin bir zaman sınırı belirlemesini istemektedir. Kesin bir zaman sınırı belirlenmemesi, mevcut işgalin sorgulanması ve süresiz olarak devam etmesine izin verilmesi gibi ters bir etkiye sahiptir.” dedi.

Okowa, tüm ülkelerin İsrail’e siyasi ve askeri destek vermekten kaçınması gerektiğini vurguladı.

Namibya soykırımı

Namibya soykırımı, sömürgeci Alman güçleri tarafından 1904-1908 yıllarında yerli Herero ve Nama halklarına karşı yapıldı.

Sömürgecilere karşı direnen halkların hedef alındığı soykırımda, en az 65 bin Herero ve 10 bin Nama hayatını kaybetti.

Soykırım neticesinde, Hererolar nüfuslarının en az yüzde 70’ini, Namalar ise nüfuslarının en az yüzde 50’sini yitirdi.

Almanya, 2021’de Namibya’da işlenen suçları soykırım olarak kabul etse de tazminat ödemeyi kabul etmedi.

Norveç, Gazze’nin Filistin topraklarının “ayrılmaz parçası” olduğunu hatırlattı

Norveç adına duruşmalarda söz alan Norveç Dışişleri Bakanlığı Hukuk Departmanı Genel Müdürü Kristian Jervell, İsrail’in işgalinin 1967’den bu yana sürdüğünü belirterek, “Buna Gazze Şeridi’nde devam eden, ayrım gözetmeyen orantısız güç kullanımı ve diğer ihlallerin yanı sıra Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki yasa dışı yerleşimler dahildir.” dedi.

Jervell, yıkımların, zorla yerinden etme ve Filistinli nüfusa yönelik yerleşimci şiddetin “İsrail işgalinin unsurları” olduğuna işaret ederek, “Bu tür eylemler temel insan haklarına, uluslararası insancıl hukuka ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına aykırıdır.” ifadesini kullandı.

İsrail’in bu ihlallerinin, İsrail ve Filistin olmak üzere iki devletin güvenli ve tanınmış sınırlar içerisinde yan yana yaşadığı bölge vizyonunun uluslararası hukuk çerçevesindeki temellerini tehdit ettiğini vurgulayan Jervell, “Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki İsrail yerleşimleri, bölgede herhangi bir çözüm ve barış ihtimalinin önündeki başlıca engeli teşkil etmektedir.” diye konuştu.

Jervell, Gazze’nin Filistin topraklarının “ayrılmaz parçası” olduğu yönündeki BM Güvenlik Kurulu kararlarını hatırlatarak, “İsrail’in yarım yüzyılı aşan işgalinin uluslararası hukuka aykırı” olduğunun altını çizdi.

Hukukta, işgalin geçici bir fiili durum olduğunu kaydeden Jervell, “İşgalci gücün, işgal ettiği topraklarda egemenlik iddiasında bulunması hukuka aykırıdır.” uyarısında bulundu.

Jervell, askeri operasyon kapsamında işgalin kalıcı olmayacağını, İsrail’in ihlallerinin, hem UAD hem de BM’nin çeşitli organlarınca tespit edildiğini vurguladı.

İsrail’in işgalinin ve Filistin topraklarını ilhak politikalarının “uluslararası hukuka aykırı” olduğuna işaret eden Jervell, “Yerel Filistinli topluluklar arasında tekrarlanan yıkımlar ve Beytüllahim ile güney Batı Şeria’yı Doğu Kudüs’ten izole edecek altyapı inşaatları planları özellikle endişe vericidir.” dedi.

Norveç tarafı, “İsrail’in işgal ettiği bölgedeki varlığını kalıcı hale getirdiğini” belirtti

Jervell, İsrailli yetkililerin, Filistin topraklarını fiili olarak ilhak etmeyi amaçladıklarını aktararak, İsrail’in yerleşimci politikalarının ve Filistinliler üzerindeki baskınlarının, “işgal ettiği bölgedeki varlığını kalıcı hale getirdiği” değerlendirmesinde bulundu.

İşgal altında olup olmamalarına bakılmaksızın tüm Filistinlilerin diğer insanlar gibi uluslararası insan haklarından yararlanma hakkına sahip olduğunu söyleyen Jervell, Filistinlilerin serbest şekilde hareket edebilme hakkının sağlanması ve Gazzedekiler dahil tüm Filistinlilerin gerekli insani yardımlara erişebilmesi gerektiğini vurguladı.

İsrail’in BM’ye üye olurken verdiği taahhütler hatırlatıldı

Norveç’in UAD nezdindeki Büyükelçisi ve Özel Temsilcisi Rolf Einar Fife de İsrail’in kuruluş deklarasyonu ve devamındaki BM’ye üyelik sürecinde, “bağımsız Filistin devletine karşı çıkmayan” açıklamalar yaptığını hatırlatarak, bunların İsrail açısından önemli ve dikkate alması gereken beyanlar olduğunu vurguladı.

Fife, İsrail’in BM’ye üye olurken hem BM şartına hem de BM organlarına, alacağı karaları samimiyetle uyacağı ve bağlı kalacağına ilişkin taahhütlerde bulunduğunu hatırlatarak, İsrail’in, bu taahhütlerin gereği olarak Filistin’in kendi kaderini tayin hakkına saygı göstermesini emreden kararlar ile BM şartına saygı göstermesi ve bu kararlara uygun hareket etmesi gerektiğini bildirdi.

Norveç’in iki devletli çözümü desteklediğini dile getiren Fife, bu çözümün, İsrail’in varlığını tehdit etmediğini, aksine İsrail’in varlığına imkan veren hukuki ilkelerden ve haklardan kaynaklandığını aktardı.

Umman, İsrail’in Filistin’i yasa dışı ilhakının önlenmesini istedi

Duruşmalarda Umman adına söz alan Lahey Büyükelçisi Abdullah Al-Harthi, Filistinlilerin İsrail tarafından 75 yıldan fazla süre işgal, baskı, haksızlık ve günlük aşağılanmalar altında yaşadığına işaret etti.

Uluslararası kurumların ve toplumun, Filistin halkının kendi bağımsız devletlerine ulaşmasını sağlamakta başarısız olduğunu belirten Harthi, Gazze’de son aylarda 25 binden fazla kişinin öldürüldüğü, 2,2 milyon kişinin dayanılmaz koşullar altında hayatta kalmaya çalıştığı, uluslararası normların açıkça ihlal edilerek bir yerden diğerine sürüldükleri modern zamanların en kötü zulümlerinden birinin yaşandığını anlattı.

Ülkesinin Uluslararası Adalet Divanından İsrail’in 1967’den bu yana işgal altında tuttuğu Filistin topraklarına yerleşmesini ve ilhak etmesini, kendi kaderlerini tayin ve geri dönüş hakkı da dahil olmak üzere Filistin halkının devredilemez haklarının hayata geçirilmesine yönelik engellemelerini dikkate almasını istediğini belirten Harthi, “İsrail hükümeti, Filistin topraklarının işgaline, Filistinlilerin kendi kaderini tayin etmesini engelleyen ve zorlaştıran tüm faaliyetlere, politikalara ve yasalara derhal ve koşulsuz olarak son vermelidir.” dedi.

İsrail’in, işgal altındaki Filistin topraklarına yasa dışı Yahudi yerleşimcileri göndererek BM kararlarına ve uluslararası hukuka aykırı hareket ettiğine dikkati çeken Harthi, “Uluslararası toplumun Filistin topraklarının yasa dışı ilhakını önleme yükümlülüğü vardır.” uyarısında bulundu.

İsrail’in işgal ve yerleşim politikaları ve ayrımcı politikaları da dahil olmak üzere tüm ihlallerine son vermesi gerektiğini vurgulayan Harthi, diğer devletlerden de Filistin topraklarındaki hukuksuz eylemlerini tanımamalarını ve İsrail’i uluslararası insancıl hukuka uygun hareket etmeye zorlamalarını istedi.

Endonezya Dışişleri Bakanı Marsudi, Filistin atkısıyla konuştu

Duruşmalarda Endonezya adına söz alan Dışişleri Bakanı Retno Marsudi, İsrail’in uluslararası hukukun bariz ihlaline karşı çıkmak üzere mahkemeye geldiğini belirtti.

Marsudi, “Hepimiz, Gazze’de devam etmekte olan insani felakete ve bunu takiben bölge genelinde tırmanan olaylara tanıklık ettik ve bu durum, Filistin’deki yasa dışı İsrail işgalinin temel nedenini ele almak üzere küresel bir çağrıyı cesaretlendirdi. İsrail’in hukuksuz işgali ve zulmü sona ermelidir ve bu, ne normalleştirilmeli ne de tanınmalıdır.” dedi.

“İsrail’in işgali, haksız kuvvet kullanımının bir sonucudur”

Kürsüye Filistin atkısıyla çıkan Marsudi, “Görünüşe göre 30 bine yakın insanın ölümü, İsrail için yeterli değil zira bir zamanlar Gazze’ye hayat kurtaran insani yardımın ulaştığı tek kapı olan Refah’a yeni bir saldırı düzenlemek üzere.” ifadesini kullandı.

Divan’ın İsrail’in Filistin’i işgali konusunda görüş verme yetkisine sahip bulunduğunu vurgulayan Marsudi, bunun İsrail tarafının ileri sürdüğü gibi İsrail ile Filistin arasında olduğu iddia edilen barış sürecine zarar vermeyeceğini söyledi.

Marsudi, İsrail’in çeşitli yollarla barış müzakerelerini sürekli akamete uğrattığını ve hiçbir şekilde devam etme niyetinin olmadığına dikkati çekerek, BM tarafından da tanınan Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkının İsrail tarafından engellendiğine işaret etti.

“İsrail’in işgali, haksız kuvvet kullanımının bir sonucudur. Bu nedenle işgal, başından beri hukuka aykırıdır ve öyle olmaya devam etmektedir.” diyen Marsudi, işgalini geçici tutma yükümlülüğü bulunan İsrail’in bunu kalıcı hale getirerek ve Filistin topraklarını ilhaka çalışarak uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal etmeyi sürdürdüğünü anlattı.

Marsudi, “İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarına kendi nüfusunu taşıması ve Filistinlileri işgal altındaki topraklardan zorla göç ettirme politikası, uluslararası insancıl hukukun temel kurallarını ihlal etmektedir.” dedi.

İsrail’i işgal altında tuttuğu Filistin topraklarında apartheid politikası uygulamakla suçlayan Marsudi, “İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarındaki tüm hukuksuz eylem ve politikalarına derhal ve koşulsuz son vermelidir. İsrail, işgali altındaki topraklardan ordusunu hemen, şimdi çekmelidir.” diye konuştu.

Marsudi, üçüncü devletlerin ve BM’nin İsrail işgalini ve diğer ihlallerini tanımama yükümlülüğünün ve bu ihlallere destek vermeme sorumluluğunun bulunduğunu vurguladı.

Katar, Uluslararası Adalet Divanında İsrail konusunda çifte standart uygulanmamasını istedi

Duruşmalarda Katar adına söz alan Lahey Büyükelçisi Mutlak Bin Macid Al-Kahtani, “Filistin’de yaşananlara baktığımızda, gerçekten de uluslararası hukukun bazıları için geçerli olup diğerleri için geçerli olmadığına dair artan bir endişe, artan bir algı ve bazı uluslararası çevreler var. Bazı insanlar güvenliğe, özgürlüğe ve kendi kaderini tayin etmeye layık görülüyor ancak diğerleri görülmüyor. Bazı çocuklar yasaların korumasına layık görülürken, diğerleri öldürülüyor ve bunların sayısı binlerle ifade ediliyor. Katar bu tür çifte standartları reddetmektedir.” dedi.

İsrail’in, Yahudilerin Filistinliler üzerindeki egemenliğini sürdürmek amacıyla kurulmuş sistematik bir ırksal baskı ve ayrımcılık rejimine sahip olduğunu belirten Al-Kahtani, “(İsrail) Bu rejimi sürdürmek için binlerce, on binlerce erkek, kadın ve çocuğu öldürmüş, sakat bırakmış ve hapsetmiştir. Bugünkü durumun temel nedenleri bunlardır.” değerlendirmesinde bulundu.

Katar’ın biri Yahudi olmak üzere uluslararası tanınırlığı bulunan iki uzmandan, İsrail’in Filistin’i işgali ve bugüne kadarki uygulamaları hakkında mahkemeye görüş sunduğu aktaran Al-Kahtani, “İsrail’in politikaları ve uygulamaları, uzun süredir devam eden yerleşimci sömürge projesinin araçlarıdır. Bu politikalar tek bir hedefi desteklemek üzere tasarlanmıştır, İsrail’in ve Yahudi İsrailli yerleşimcilerin münhasır yararı için işgal altındaki Filistin topraklarının kalıcı olarak ilhakıdır. Bu hedef esasen İsrail’in baskıcı ve ayrımcı uygulamaları ve işgal altındaki Filistin topraklarıyla bağlantılıdır ve buradaki şiddet döngülerinin temel nedenidir.” diye konuştu.

Büyükelçi Al-Kahtani, İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e yerleştirdiği yasa dışı Yahudi yerleşimcilerle buraları ilhak etmeyi amaçladığını ve benzer niyetin Gazze için de söz konusu olduğunu, İsrailli yetkililerin, bu yöndeki planları bazı toplantılarda açıkça ortaya koyduğunu söyledi.

“İsrail Filistinlileri zorla yerlerinden ediyor. Bunu ev yıkımları, inşaat kısıtlamaları ve yine tampon veya askeri bölgeler oluşturarak yapıyor. 7 Ekim’den bu yana durum daha da kötüleşti.” diyen Al-Kahtani, yasa dışı Yahudi yerleşimcilerin İsrail devletinin de desteğiyle barışçıl Filistinlilere dahi şiddet uyguladığını hatırlattı.

Al-Kahtani, İsrail’in, Filistin topraklarındaki insan hakları ihlallerini dünyaya duyuran gazetecileri ve insan hakları aktivistlerini de hedef aldığını belirtti.

İsrail’in işgalinin, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını engellemesi, apartheid rejimi uygulamalarına imkan vermesi, uluslararası hukukun emredici nitelikteki kuvvet kullanma yasağına aykırı olması ve geçici bir uygulama yerine kalıcı şekilde Filistin topraklarını ilhak amacı taşıdığı için hukuka aykırı olduğunu kaydeden Al-Kahtani, Divan’ın, bu gerekçelerden sadece bazılarıyla değil tüm yönleriyle birlikte işgalin hukuka aykırılığı hakkında görüş vermesini istedi.

İngiltere İsrail’in tezlerini savundu

İngiltere adına söz alan İngiltere Dışişleri Bakanlığı Hukuk Genel Direktörü ve UAD nezdindeki temsilcisi Sally Langrish, ülkesinin İsrail-Filistin meselesindeki tutumunun uzun zamandır bilindiğini söyleyerek, “Müzakere edilmiş iki devletli çözümün Filistinlilerin kendi kaderini tayin etmesini sağlayacak ve İsrail’in kimliğini ve güvenliğini koruyacak tek çözüm olduğuna inanıyoruz.” dedi.

Langrish, “İngiltere, Gazze’deki çatışmaların derhal durdurulmasını ve ardından sürdürülebilir ve kalıcı ateşkese doğru ilerlenmesini istiyor.” diye konuştu.

Konuşmasında, 7 Ekim 2023’ten sonra Gazze’deki insani duruma işaret eden Langrish, “Filistinliler şu anda Gazze’de umutsuz bir insani krizle karşı karşıya.” ifadesini kullandı.

İngiltere adına söz alan Oxford Üniversitesi Uluslararası Hukuku Profesörü Dan Sarooshi de Divanın vereceği danışma görüşüyle devletlerin rızasına dayalı yargı yetki müessesinin altını boşaltmaması gerektiğini savundu.

Sarooshi, “Mahkeme, istişari yargı yetkisini kullanarak taraflar arasındaki ihtilafları da çözmemelidir. Bunun yerine, mahkemelerin danışma işlevi, görüş talep eden BM organlarına hukuki tavsiye sunmaktır.” diye konuştu.

Divanın danışma görüşünde istenen soruların mevcut halinin, İsrail aleyhine durum oluşturacağını öne süren Sarooshi, bu durumda İsrail’in rızasının alınması gerektiğini savundu.

Sarooshi, “Mahkeme, BM Genel Kurulunun talebini formüle edildiği şekilde yanıtlarsa, esasen İsrail-Filistin arasındaki uyuşmazlığın ana noktaları hakkında karar vermiş olacaktır ve mahkeme şu anda formüle edildiği şekliyle bu talebi reddetmelidir.” dedi.

Sarooshi, Filistin ve diğer devletlerin iddia ettiği üzere İsrail-Filistin arasındaki uyuşmazlığın çok taraflı olması ihtimalinde dahi verilecek danışma görüşünün, “İsrail’in sorumluluklarını ortaya koyması ve egemenliğine saygı gösterilmesi sebebiyle” Divan tarafından yanıtlanmaması gerektiğini öne sürdü.

Davanın esasına ilişkin herhangi görüş bildirmeyeceklerini söyleyen Sarooshi, “Taraflar arasındaki anlaşmazlıkların UAD’nin danışma işlevi kullanılarak çözülmemesi gerektiğini” savundu.

Sarooshi, “Bu, güvenlik ve işgal altındaki Filistin topraklarından herhangi bir çekilmenin koşullarını ilgilendiren, ciddi hassasiyete sahip uzun süredir devam eden bir anlaşmazlıktır. BM Genel Kurulu tarafından formüle edildiği şekliyle görüş talebine cevap vermek, özel bir tür temel ikili anlaşmazlığın yargısal çözümü anlamına gelecektir.” diye konuştu.

Mahkemenin, İsrail’in sorumluluğuna ilişkin olarak, uyuşmazlığın çözümüne konu olabilecek hususları içeren tespitlerde bulunmaya davet edildiğini söyleyen Sarooshi, bunun da fiilen tüm işgali mahkemenin önüne koyduğunu ileri sürdü.

Sarooshi, bu durumun, iki devlet arasındaki çekişmeli uyuşmazlığın, danışma görüşü yoluyla Divan önüne getirilmesinin “uluslararası hukuka aykırı olduğunu” iddia etti.

İngiltere, uyuşmazlığın ikili müzakereler yoluyla çözülmesini istiyor

Profesörü Sarooshi’nin ardından tekrar söz alan Langrish, İngiltere’nin, uyuşmazlığın ikili müzakereler yoluyla çözülmesi ve Divan önünde getirilmemesi gerektiğini savunarak, Divandan iki tarafında nasıl müzakere etmesi gerektiği hususunda yol haritası çizmesinin gerekliliğine işaret etti.

Langrish, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İlk olarak, iki devletin sınırları konusunda 1967 sınırlarına dayanan ve taraflar arasında eşdeğer toprak takaslarını içeren bir anlaşma yapılmalıdır. İkinci olarak, Filistinliler için güvenlik düzenlemeleri egemenliklerine saygı göstermeli ve İsrail için de güvenliğini korumalıdır. Mülteci sorununa adil, uzlaşılmış ve gerçekçi çözüm getirilmelidir. Her iki tarafın da Kudüs’e yönelik arzuları, Kudüs’ün her iki devletin gelecekteki başkenti olarak statüsüne ilişkin müzakereler yoluyla yerine getirilmelidir.”

Langrish, verilecek danışma görüşünün iki devlet arasındaki barış sürecine zarar vermemesi gerektiği uyarısında bulunarak, bu görüşün, BM Genel Kurulunun, Filistin meselesindeki hukuki mevzuları anlamasına yardımcı olması gerektiğini bildirdi.

Mahkemenin, mümkün olan en erken fırsatta taraflara BM çerçevesinin uygulanması çağrısında bulunabileceğini kaydeden Langrish, mahkemeden, her iki tarafın da müzakere edilmiş çözüme ulaşılana kadar işgal altındaki toprakların statüsünü ya da bütünlüğünü değiştirecek herhangi bir adım atarak anlaşmazlığı tırmandırmama konusundaki mutabakatlarını hatırlatmasını istedi.

Langrish, mahkemeden, tarafların kalıcı statü konularını müzakere ettiklerine dair ara anlaşmalarındaki yükümlülüklerini yeniden teyit etmesi çağrısında da bulundu.

Sudan, UAD’de Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkına vurgu yaptı

Sudan adına söz alan Sudan’ın Lahey Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Marwan A. M. Khier, “Sudan bugün burada, bu işlemlerin derin önemine dikkati çekmek üzere ve Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkının hayata geçirilmesi bağlamında hazır bulunmaktadır.” dedi.

Khier, “Mahkeme, bu tavsiye kararını vererek sadece İsrail ve Filistin’de değil, Orta Doğu ve ötesinde de adalet, barış ve güvenliğin teşvik edilmesinde önemli rol üstlenmiş olacaktır.” ifadesini kullandı.

“Mahkemeye sunulan sorular hukuki niteliktedir”

Sudan adına söz alan Maastricht Üniversitesi Uluslararası Hukuk ve Avrupa Hukuku Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Dr. Fabian Raimondo da Divan’ın kendisine yöneltilen sorularda hukuki konulara ilişkin görüş verme yetkisi olduğunu belirtti.

Raimondo, “BM Genel Kurulunun talebi BM Şartı uyarınca yapılmıştır ve mahkemeye sunulan sorular hukuki niteliktedir.” değerlendirmesinde bulundu.

Divan’ın istenen danışma görüşü vermemesi için geçerli nedeni bulunmadığının altını çizen Raimondo, Filistin halkının hala kendi kaderini tayin hakkını elde edemediğini dile getirdi.

Raimondo, Divan’ın BM kurumları tarafından alınan kararları ve yapılan tespitleri dikkate alarak, görüş vermesi gerektiğinin altını çizdi.

Slovenya UAD’de İsrail’in işgaline ilişkin danışma görüşü verilmesi gerektiğini bildirdi

Duruşmalarda Slovenya adına ilk sözü alan Lahey Büyükelçiliği Hukuk Müşaviri Helmut Hartman, Birleşmiş Milletlerin (BM) görevleri arasında barışı, güvenliği ve uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesini sağlamanın yer aldığını hatırlatarak, “BM, Filistin sorununu tüm yönleriyle ve tatmin edici şekilde uluslararası aşamaya uygun olarak çözmekle yükümlüdür.” dedi.

Filistin topraklarındaki İsrail işgalinin tamamen sona erdirilmesi ve statü sorunlarını çözmeye ilişkin müzakereler yapılması gerektiğini ifade eden Hartman, Slovenya’nın, “iki devletli çözüme” ulaştıracak devletler arası müzakere ile çözüme ulaşılacağına inandığını söyledi.

Hartman, bazı ülkelerin danışma görüşü verilmesinin reddedilmesi çağrılarına atfen Divan’ın kendisinden talep edilen hukuki konular üzerinde danışma görüşü verme yetkisi olduğunu belirterek, UAD’ın görüş vermeyi reddetmesi için geçerli bir neden bulunmadığını savundu.

“Tüm devletler, Filistin halkının karşı karşıya kaldığı yasa dışı duruma destek vermekten kaçınmakla yükümlü”

Slovenya heyetinden Avukat Daniel Müller ise Filistin halkının “kendi kaderini tayin etme hakkına” vurgu yaparak, BM Şartının ve uluslararası hukukun diğer temel kurallarının Filistinlilere bu hakkı “tartışmasız” şekilde verdiğini kaydetti.

Müller, bu hakkın beraberinde birçok temel insan hakkını da getirdiğini anlatarak, “Tarihi tecrübesiyle Slovenya, kendi kaderini tayin hakkının uluslararası hukukun vazgeçilmez bir şartı olduğunu düşünüyor.” diye konuştu.

Filistin halkının İsrail’in işgali nedeniyle bu hakkı kullanamadığına işaret eden Müller, şöyle devam etti:

“Bugüne kadar Filistin halkı, devredilemez kendi kaderini tayin hakkını tam olarak kullanamamıştır. Aslına bakılırsa, işgalci güç İsrail, onlarca yıldır Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının uluslararası hukukun güvenceleri ve ilkelerine uygun ve tam olarak gerçekleşmesini aktif şekilde engellemektedir.”

Müller, işgalci güç olarak İsrail’in “işgale maruz kalan nüfusun korunmasını sağlama ve haklarına saygı göstermek ve bunların uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alma” yükümlülüklerini yerine getirmediğini aktararak, yasa dışı yerleşim politikalarının durumu daha kötüleştirdiğini ifade etti.

İsrail’in uluslararası hukuk yükümlülüklerine uyma ve Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını tam olarak kullanmasını engelleyen tüm uygulamalara son verme yükümlülüğü olduğunu belirten Müller, ayrıca İsrail’in ihlallerden zarar gören Filistinlilerin kayıplarını tazmin etmesi gerektiğini dile getirdi.

Müller, tüm devletlerin Filistin halkının sahip olduğu bu hakkı savunma yükümlülüğü olduğunu hatırlatarak, “Tüm devletler ve BM, Filistin halkının karşı karşıya kaldığı trajik ve her şeyden önce yasa dışı duruma son vermek için gerekli tüm önlemleri almakla ve hukuka aykırı durumun sürdürülmesine herhangi bir yardım veya destek vermekten kaçınmakla yükümlüdür.” ifadelerini kullandı.

BM Genel Kurulu, UAD’den görüş istemişti

BM Genel Kurulu, 30 Aralık 2022 tarihli kararında UAD’ye, Divan Statüsü’nün 65. maddesine dayanarak 1967’deki savaştan bu yana İsrail’in Filistin’deki işgalinin hukuki neticelerine ilişkin iki soru yöneltti.

BM Genel Kurulunun Divan’dan cevaplarını talep ettiği sorular şu şekilde:

“1- İsrail’in, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını sürekli olarak ihlal etmesinin, işgali sürdürmesinin, 1967’den bu yana Filistin topraklarındaki yerleşim ve ilhak faaliyetlerinin, Kudüs’ün demografik yapısını, karakterini ve statüsünü değiştirmeye yönelik faaliyetlerinin ve ilgili ayrımcı mevzuat ve tedbirleri kabul etmesinin hukuki sonuçları nelerdir?

2- İsrail’in, ilk soruda belirtilen uygulamaları, işgalin hukuki statüsünü nasıl etkilemektedir ve bu durumun tüm devletler ve Birleşmiş Milletler için doğurduğu hukuki sonuçlar nelerdir?”

Danışma görüşü talebi, 17 Ocak 2023’te BM Genel Sekreteri tarafından UAD’ye ulaştırılırken Divan, BM üyesi devletlere ve Filistin’e danışma görüşü istenen sorular hakkında yazılı ve sözlü beyanda bulunma haklarına ilişkin bildirim yaptı.

Danışma görüşünün etkisi nedir?

UAD’nin verdiği danışma görüşleri, her ne kadar bağlayıcı olmasa da birçok devlet ve kuruluş tarafından dikkate alındığı ve verilen görüşe uygun hareket edildiği belirtiliyor.

Divan’ın, İsrail’in Filistin topraklarında inşa ettiği duvara dair 2004’te verdiği danışma görüşünde duvarın hukuka aykırı olduğunu tespitinin ardından birçok devlet ve şirketin, söz konusu duvarın inşasına katkı sunmaktan imtina etmesi, İsrail’e sattıkları inşaat malzemelerinin duvarın yapımında kullanılmaması şartını koyması dikkati çekiyor.

Yine UAD’nin 22 Temmuz 2010’da uluslararası hukukta bir devletin tek taraflı bağımsızlık ilan etmesinin yasaklanmadığı yönünde verdiği danışma görüşünün ardından, Kosova’nın bağımsızlığının meşruiyeti arttı ve bağımsızlığını tanıyan devlet sayısı çoğaldı.

UAD’nin görüşünün, işgalin uluslararası hukuka aykırılığı yönünde olması durumunda İsrail üzerindeki baskının artması ve ona açıkça destek veren ülkeleri uluslararası toplum tarafından tutumlarını gözden geçirmeye zorlamaları muhtemel.

Kaynak: AA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir