Prof. Dr. Kaya: Türk halkı belli dönem baskılar neticesinde dine susamış bir halk haline gelmiştir

Prof. Dr. Kaya Türk halkı belli dönem baskılar neticesinde dine susamış bir halk haline gelmiştir
Ä°slam felsefesi araÅŸtırmacısı Prof. Dr. Mahmut Kaya,”Türk halkı belli dönem baskılar neticesinde dine susamış bir halk haline gelmiÅŸtir.” dedi.
Ä°slam felsefesi araÅŸtırmacısı Prof. Dr. Mahmut Kaya, yarım asırdan fazla süredir fikri ve ilmi çalışmalarıyla yüzlerce konferans, seminer, panel ve derslerin yanı sıra TDV Ä°slam Ansiklopedisinde bilim kurulu üyesi olarak binlerce maddenin yazılmasına vesile oldu. Kaya, halen Ä°SAM’da bulunan odasında ilmi faaliyetlerini sürdürüyor.
Tokat’ın Artova ilçesinde 1945 yılında dünyaya gelen Kaya, geleneksel medrese usulüne göre 6 yaşında Batum Medresesi mezunu Feyzi Ä°ÅŸler Hocaefendi’den 4 yıl Arapça ve Kur’an-ı Kerim eÄŸitimi aldı.
Kaya, 1972’de Ä°stanbul Ãœniversitesi (Ä°Ãœ) Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümünden mezun olarak aynı fakültenin Felsefe Bölümü Türk-Ä°slam Düşüncesi Tarihi kürsüsünde asistan oldu.
1979 yılında doktorasını aynı kürsüde tamamlayan Kaya, 1982’de yardımcı doçent, 1986’da doçent, 1992’de profesör oldu. Ä°Ãœ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Türk Ä°slam Düşüncesi Anabilim Dalı BaÅŸkanlığı ve Ä°slam AraÅŸtırmaları Merkezi Müdürlüğü görevlerinde bulundu.
Prof. Dr. Mahmut Kaya, “Türkiye’nin YaÅŸayan Ä°lim Hazineleri” haber dosyası kapsamında AA muhabirinin sorularını yanıtlayarak hayat hikayesi, ilmi çalışmaları, din eÄŸitiminin önemi, Ä°slam dünyasında son dönemde varlık gösteren “ÅŸiddet” eÄŸilimli akımlarla ilgili açıklamalar yaptı.
SORU: “Ãœlkemizin zor zamanlar geçirdiÄŸi yıllarda yetiÅŸtiniz, Türkiye’nin farklı dönemlerine ÅŸahitlik ettiniz. YaÅŸadığınız çeÅŸitli zorluklara raÄŸmen ilim ve bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?”Â
MAHMUT KAYA: “Tokat’ın Artova ilçesine baÄŸlı KunduzaÄŸalı köyünde dünyaya geldim. Köyümüz 50 hanelik küçük bir köy. Ailem çiftçilikle uÄŸraşıyordu. Ben 7 kardeÅŸin 6’ncısıyım. Köyümüzde ilkokul yoktu. Bizim civarda okullaÅŸma 1960’lardan sonra baÅŸladı. Onun için ilkokula gitme ÅŸansımız olmadı. Dolayısıyla küçük yaÅŸta, 6 yaşında Kur’an-ı Kerim öğrenmeye baÅŸladım. Evde babam, dışarıda ise köy imamı okutuyordu.
 “Evladım, memleketimizde hafız çok ama hoca kalmadı”
SORU: “Arapça öğrenmeye nasıl baÅŸladınız?”
MAHMUT KAYA: “1951 senesinde ÅŸu anda YeÅŸilyurt kasabası olan yere gittim. O zaman ismi Musaköy’dü, bir tren istasyonu vardı, geliÅŸmekte olan bir kasabaydı. Orada hafızlık çalışmaya baÅŸlamıştım. Birkaç cüz ezberledim ama babam bir gün kasabaya geldi, ‘Evladım, memleketimizde hafız çok ama hoca kalmadı. Musaköy’e Arapça bilen bir hocaefendi gelmiÅŸ, ben seni ona göndereyim.’ dedi. Oraya gönderdi, ben henüz 6-7 yaÅŸlarındayım. Böylece medrese usulü Arapça öğrenmeye baÅŸladım.
Hocamız Feyzi Ä°ÅŸler Hocaefendi’nin, kıraatı çok güzeldi, ayrıca orada bize talim ve tecvit üzere Kur’an-ı Kerim de öğretti. Batum Medresesi mezunuydu. Kars’ın Posof ilçesinden gelmiÅŸ, Musaköy’de imamlık yapıyordu. Allah rahmet eylesin, enteresan bir insandı. Giyimiyle, kuÅŸamıyla, cemaatle, halkla olan iliÅŸkisiyle bir otoriteydi, ÅŸahsiyet sahibi bir zattı. Sarığını, cübbesini o kadar temiz giyinirdi ki, kışın kürkleri, yazın hakikaten nefis kıyafetleri vardı. Kale gibi bir imanı vardı. Ben zaman zaman bahsederken, Ä°mam Birgivi gibi bir insandı derim. Aynı zamanda örnek bir ÅŸahsiyetti. Ä°slamın nezahatini, nezafetini, nezaketini hep onun üzerinde görebilirdiniz. Sesi de çok güzeldi, çok güzel okurdu. Bir gayret-i diniyesi, hamiyet-i milliyesi vardı. Bugünkü deyimle çok idealist bir insandı. Onun için din her ÅŸeydi, hatta derdi ki: ‘Gam deÄŸildir gide dünya kala din, gam odur ki kala dünya gide din.’
Böyle bir insandı Feyzi Hoca. İşte o bize Arapçayı geleneksel medrese usulüyle okuttu. Arapça enteresan bir dildir; kelimenin bünyesini oluşturan harfler kırılır, başka bir şekil alır, anlam değişir. Bir kelimenin ana bünyesi vardır, ona mücerret fiiller derler. Bir de mezid (ekli) fiiller. O ekler alır, başından da alır, ortasından da alır, sonundan da alır. Her ek aldıkça anlam da değişir. Arapçanın böyle bir özelliği var. Buna iğlal ve idğam deriz. Onu bize o kadar güzel öğretti ki Allah ona rahmet eylesin.
Ben Arapçayı öğrendiÄŸimde Türkçe yazma ve okumayı bilmiyordum. Ä°nsan bir yabancı dili öğrendiÄŸinde anadiliyle mukayese yapar. Fiil çekimi diyelim, Türkçede böyle Arapçada böyleymiÅŸ der. Türkçede önce özne, sonra nesne, en sonda fiil gelir, Arapçada bunun tam tersidir. Biz bunları bilmiyoruz, mukayese etme imkanımız yok. Bütün tarih boyunca medresenin çıkmazı buradaydı. Kendi anadilinin gramerini bilmeden, grameri çok geliÅŸmiÅŸ olan bir yabancı dili öğreniyordu talebeler. O yüzden de medrese eÄŸitimi çok uzun sürüyordu ve gencin dinamizmi o alet dersleri denilen sarf, nahiv, beyan ilimlerini öğrenmekle geçiyordu. Tam Arapçaya hakim olduÄŸu zaman dinamizmi bitiyordu. Bunu sonradan biz muhakeme edebiliyoruz. Yani bu, meme emen çocuÄŸa katı mama vermek gibi bir ÅŸey oluyor. Medresenin çıkmazı buradaydı. Çok güzel bir programı var ama bu öğretim sistemi pedagojik kurallara aykırı ama Feyzi Ä°ÅŸler iyi bir eÄŸitimciydi. Dört yıl ondan eÄŸitim aldım, sonra 10-11 yaşında Ä°stanbul’a geldim.”
SORU: “Ä°stanbul’a niçin gittiniz?”
MAHMUT KAYA: “Bize yakın köyden Feyzullah DeÄŸerli diye bir zat vardı, sonra Ä°stanbul’un en meÅŸhur vaizlerinden oldu. Çok iyi bir halk vaiziydi. Ä°stanbul’a gitti, bizim hocadan da ders alıyordu, ben oradan tanıyorum kendisini. Ä°ki sene sonra Ä°stanbul’dan geldi, Feyzullah deÄŸiÅŸmiÅŸ. ‘Ä°stanbul’da yeni Kur’an kursları açılmış. Yatılı Kur’an kursları var, yeme içme bedava, hocalar var okutuyorlar, hafızlığa çalışanlar, Arapça okuyanlar var.’ dedi. Öyle anlatınca, biz de tabii özendik. Sonra 1955’de babama ‘Beni Ä°stanbul’a gönder.’ dedim. ‘OÄŸlum, el kadar çocuksun, ben seni nereye göndereyim.’ dedi. Ä°stanbul o zaman hayal ÅŸehri, bilen, gelen giden yok, ulaşım, iletiÅŸim yok. Bir gün babam, Feyzullah’ın babasını ilçede görmüş, ‘Ömer amca nasılsın’ diye sormuÅŸ. O da ‘Ä°stanbul’a gideceÄŸim de harçlığım yok.’ demiÅŸ. Babam bunu duyunca ‘Bizim çocuk da gitmek istiyor, onu da götürürsen ben senin harçlığını temin ederim.’ demiÅŸ. Böylece ben, Ömer amcayla Ä°stanbul’a gittim. 11 yaşındayım. Feyzullah hoca beni Gönenli Mehmet Efendi’ye gönderdi.”
SORU: “Kendinizi nasıl bir ilmi sürekliliÄŸin devamı olarak görüyorsunuz? Hayat yolculuÄŸunda sizi etkileyen ÅŸahsiyetlerden ve sizi motive eden hususlardan bahseder misiniz?”
MAHMUT KAYA: “1956’dan itibaren Molla Gürani Camisi’nde, Siirt’in Kurtalan ilçesinin Çimzah köyünden Mella (Molla) Said Hoca’da okudum. Hoca sabah namazından sonra gelirdi, otururduk, öğleye kadar okurduk. Onunla, geleneksel medrese sistemiyle okuduk. AkÅŸam da Ahmet DavudoÄŸlu Hoca’ya devam ettim, o da evinde okuturdu.
“KeÅŸke senin Arapçan ile benim Fransızcamı deÄŸiÅŸtirebilsek”
Bunların dışında o yıllarda muhabbetimin geliÅŸtiÄŸi bir diÄŸer isim Necip Fazıl Kısakürek’tir. Bir Kurban Bayramı’nda imam hatipli arkadaÅŸlarım Necip Fazıl Kısakürek’i ziyarete gidiyorlardı, ben de onların peÅŸine takıldım. ArkadaÅŸlarımız imam hatip talebesi olduÄŸu için Ãœstad, bazı dini konuları onlara soruyor. Sorular gayet basit fakat arkadaÅŸlar çoÄŸu zaman bilmiyorlar. Benim de boyum kısa, arka taraflarda oturuyorum, bir de o zamanlar küçüğüm, reÅŸit deÄŸilim, ince sesliyim falan. Yine bir soru sordu, ‘Buna ne dersiniz?’ dedi. Kimseden ses çıkmayınca, ben ‘Efendim, o mesele şöyledir.’ dedim. Åžaşırdı tabii Ãœstad, ‘Ayol bu kim’ dedi. O cevaptan sonra konuÅŸmasına beni muhatap alarak devam etti ve dedi ki, ‘KeÅŸke senin Arapçan ile benim Fransızcamı deÄŸiÅŸtirebilsek.’ Bunu daha sonraları bana birkaç defa daha söyledi. Böylece Necip Fazıl ile tanışmış olduk.
 “Gönenli Mehmet Efendi meçhul bir kahramandı”
Türkiye’nin dini eÄŸitimi ve bilgi bakımından bugüne gelmesinde payı, emeÄŸi olan kurum ve kiÅŸiler vardır. Bunlar cami yaptırma dernekleri, Kur’an kursları ve imam hatip okullarıdır. Bu üç merkez halkı Ä°slam etrafında birleÅŸtirdi. Bunların başında Ä°stanbul’da belli hocalar vardı ders okutan. Ahmet DavudoÄŸlu, Süleyman Efendi’nin (Tunahan) kursları, Ermenekli Saffet Hoca, Yeni Cami’nin imamı Nuri Efendi ve diÄŸerleri… Daha pek çok isim sayabilirim ama Gönenli Mehmet Efendi’den bahsetmek zorundayım. O meçhul bir kahraman gibiydi. Ä°slam’a aşıktı, her hafta Ä°stanbul’un bir baÅŸka semtindeki camilere gider, oradaki kadınlara vaazda bulunurdu. Kadınlar da kendi aralarında birkaç kuruÅŸ bir ÅŸey toplar hocaya verirdi. Hoca topladığı parayı talebelere her gün dağıtırdı. Paltosunun ceplerini çıkartır, ‘Cepler boÅŸ, gönüller hoÅŸ’ derdi. Allah ona rahmet eylesin. AÅŸağı yukarı 1945’lerden 1985’lere kadar diyanette imam, müezzin, vaiz, müftü olanların birçoÄŸu onun kurslarından yetiÅŸmiÅŸtir.”
SORU: “Endülüs Ä°slam medeniyetinden baÅŸlayarak Zeytune, Karaviyyin, El-Ezher, BaÄŸdat, Nizamülmülk, Osmanlı Ä°stanbul Medreseleri gibi Ä°slam medeniyetinin kurucu merkezleri var. Bu merkezlerin din anlayışındaki temel zemin ve ortak noktalar nelerdir?”
MAHMUT KAYA: “Tabii bu, üzerine saatlerce konuÅŸulması gereken geniÅŸ bir mesele. Çünkü çok uzun süren, aÅŸağı yukarı 1300 küsur sene devam eden bir eÄŸitim sistemi. Ä°slamiyet’in zuhurundan itibaren özellikle Hazreti Ömer döneminde Ä°slamiyet, Arap Yarımadası’nın dışına taÅŸmıştır. Çok kısa zamanda geniÅŸ fetihler gerçekleÅŸmiÅŸ. Hicri 80. yıla gelinceye kadar Müslümanların elinde aÅŸağı yukarı Kur’an’dan baÅŸka yazılı metin yoktu. Niye? Çünkü fetihlerle meÅŸgul. Oturacak, düşünecek, kitap yazacak, sistematik bir düşünce, yok öyle bir ÅŸey. Bu enteresan bir geliÅŸme olarak zuhur etti. Yani yanardaÄŸ gibi bir patlama. Ä°nsanlık tarihinde böyle bir ÅŸey yok.
“Nizamiye Medreseleri, Batıniler ile baÅŸa çıkmak için açılıyor”
Nizamülmülk dönemine kadar camiler ve özel odalarda, gayrinizami ÅŸekilde Ä°slami ilimler okutuluyor. Yani Kur’an’ı anlamak için yavaÅŸ yavaÅŸ ilimler geliÅŸiyor. Sonra bakıyoruz, 19 tane fıkıh ekolü var, bunlardan 4-5 tanesi bugüne gelmiÅŸ. Büyük bir özgürlük var, aÅŸk ÅŸevk içerisinde fikirler ortaya atılıyor. Kelamda ise 16 ekol var. Yani farklı yorumlar. Ä°slam dünyası, 11. yüzyılın sonuna kadar altın çağını yaÅŸadı ve kendi klasiklerini oluÅŸturdu. Bu dönemde Ä°slam içinden ve dışından iki büyük tehlike ile karşılaÅŸtı. İçinden zuhur eden tehlike Mısır’da Åžii Fatimi Devleti’dir. Bunlar der ki ‘Kur’an’ın zahiri emirleri, ÅŸeriatın zahiri emirleri bizi ilgilendirmez. Onun batıni manası vardır. Onu da Ehl-i Beyt mensupları ve o ekolden gelenler bilir.’ Bu aşırıcı görüşlerle Ä°slam’ın altını oydular. Sonra bunlar Ezher Medresesini kurdular ve orada propagandist yetiÅŸtirerek, onları Ä°slam coÄŸrafyasının her tarafına gönderdiler. Fas’tan Semerkand’a, Maveraünnehir’e, Buhara’dan Hindistan’a kadar. Bugün hala Hindistan’da, Tacikistan’da batıni Ä°smaililer var. Bu Ä°slamın altını oyan bir ÅŸey.
Hasan Sabbah’ı biliyorsunuz, bugünkü FETÖ gibi bir örgüt kurmuÅŸlar, inandırmışlar, fedailer var, valileri, ulemayı öldürüyorlar, herkes korkuyor. Abbasi halifesi tutuÅŸmuÅŸ, Gazali’yi çağırıyor, ne yapacağız biz bunlarla diye akıl danışıyor. Gazali bakıyor ki bu fikirler felsefeden kaynaklanıyor. Ä°ki yıl felsefe okuyor, 1 yıl da okuduklarının üzerine düşünüyor, 20 mesele tespit ediyor ve Tehafütü’l Felasife’yi yazıyor. Meselesi, Batınilerin dayandığı düşünceyi temelden sarsmak. Ondan sonra tutuyor, Batınilik hakkında 5 kitap yazıyor. BatıniliÄŸi fikren bitiriyor. Ondan sonra Batınilik bir daha belini doÄŸrultamıyor. Bunu gören Nizamülmülk diyor ki, ‘Batınilerle baÅŸa çıkmak için biz de ehlisünnet olarak dağınık eÄŸitimi resmileÅŸtirelim.’ Burada ehlisünnet ve Åžafii fıkhı da resmi görüş olsun. Bunun için bir tane medrese kuruyorlar. Ä°ÅŸte o andan itibaren ilim duraklıyor ve özgürlük devletin tekeline geçiyor.
Dış tehlike olarak ise 11. yüzyılın sonlarında Haçlı Seferleri baÅŸladı. Bu 150 yıl devam etti. Genç nesil gitti. Bizi durduran bu iki tehlikedir, biri Batınilik, diÄŸeri Haçlı Seferleri. Nizamiye Medresesi, ehlisünneti tek görüş olarak kabul edince biat gözlüğü taktı. Halbuki ilim özgürlük ister. Her fikir tartışılacak, bunların içerisinden sahih olanlara yönelinecek. Esasen bu medrese sistemi geçici olacaktı ama kalıcı oldu. Osmanlı da tam 13. yüzyılın sonunda sahneye çıktı, baktı ki önünde zengin bir miras var, bütün ilimler oluÅŸturulmuÅŸ, ‘Bu bana yeter de artar’ diye düşündü ve bunu kullandı. Cepten yedi yani.”
SORU: “Osmanlı’nın çöküşü ve Ä°slam dünyasının merkezini kaybediÅŸiyle birlikte coÄŸrafyamızın farklı bölgelerinde emperyalizme karşı direniÅŸ, bağımsızlık mücadeleleri, iÅŸgale karşı hareketler geliÅŸti. Bugün ise birçok yerde başı sonu hesap edilmemiÅŸ sözde cihat fetvalarıyla Müslümanları kaosa, teröre ve ÅŸiddet sarmalına sürükleyen DEAÅž benzeri terör akımları ve bölücü gruplar var. Siz bu tahrip edici yapıları nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?”
MAHMUT KAYA: “Ä°slam coÄŸrafyası yaklaşık 200 yıldır yerlerde sürünüyor. Bugün irili ufaklı 57 Ä°slam ülkesi var. Bu ülkelerden devlet vasfına sahip olan bir baÅŸta Türkiye, sonra Ä°ran, sonra Mısır gelir. DiÄŸerlerini saymaya lüzum yok. Her ÅŸeye raÄŸmen Türkiye, resmi ve sivil kurumlarıyla zengin bir tarihi mirası devraldığı için bir medeniyetin yetiÅŸtirdiÄŸi, disiplin edilmiÅŸ bir nesil olarak kolay toparlandı. 1951’de Ä°mam Hatip Okullarının açılmasıyla kısa dönemde önemli mesafe aldık. Bu nesil Türkiye’nin yüz akıdır. 46 ciltlik bir Ä°slam Ansiklopedisi çıkarıldı. Bugünün Ä°slam dünyasında örneÄŸi yok. Bir de halka yönelik temel Ä°slam Ansiklopedisi çıkardılar 8 ciltlik. 30 küsur yılda biz bunu bir avuç insan olarak burada ihya ettik. Bu nesil çok mübarek bir nesildir. Ä°stikamet doÄŸrudur.”
SORU: “Ä°slam dünyasında özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminde ortaya çıkan tek doÄŸrucu ve tekfirci zararlı akımlar diÄŸer Ä°slam ülkelerinde hızla yayılmışken Türkiye’de kitleselleÅŸemedi. DiÄŸer Müslüman ülkelerin çoÄŸunda yaygınlaÅŸan bu akımların Türkiye’de o çapta yaygınlaÅŸamamasını neye baÄŸlıyorsunuz?”
MAHMUT KAYA: “Bunun birçok siyasi, sosyolojik, psikolojik nedenleri vardır, bir nedene baÄŸlayamazsınız. 1960 ihtilalinden sonra, 1965’den sonra imam hatip nesli ürünleri vermeye baÅŸladı. Ä°slam Enstitüleri de kuruldu, genç bir nesil var. Arayışlar içerisinde. Bizim eski ulemadan eli kalem tutan çok azdı, bir Ömer Nasuhi Bilmen, bir Ahmet Hamdi Akseki, bir de Elmalılı Hamdi Efendi vardı. Birkaç kiÅŸi yani, yoktu öyle yazan çizen.
Türkiye’nin dışında bütün Ä°slam ülkeleri sömürge olmuÅŸtur. Mesela Mısır’da Ä°hvan, 1926-27’de kurulmuÅŸ, Hasan el-Benna’nın öncülüğünde, mücadele vermiÅŸ. Bir sürü karışıklık olmuÅŸ tabii ama bakıldığı zaman Ä°hvan-ı Müslim’in, Mısır’ın önde gelen kalburüstü aydınları, ilim adamları, din adımlarından, temiz insanlarından oluÅŸuyor. Ondan sonra hapishanelerde bunların yazmış oldukları eserler tepkisel eserlerdir. O zaman bunları Türkiye’ye getirip tercüme eden arkadaÅŸlara hep söyledim, ‘ArkadaÅŸlar bunlar normal bir ilim adamının, fikir adamının kaleminden çıkan eserler deÄŸil, hapishanede yazılmış tepkisel eserler, bunlar bizim derdimize deva olmaz. Her ÅŸeye raÄŸmen bizim ülkemizde demokrasi var, bir hak, hukuk kavramı var. Onlar kadar üzerimizde baskı yok.’ dedim.”
SORU: “15 Temmuz darbe giriÅŸimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ’ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiÄŸi zararlar nelerdir?”
MAHMUT KAYA: “Türk halkı belli dönem baskılar neticesinde dine susamış bir halk haline gelmiÅŸtir. Bu dönemden sonra din adına kim çıkıp bir ÅŸeyler söylese, herhangi bir toplulukta ayet, hadis, birkaç menkıbe anlatsa, aÄŸzı da laf yapıyorsa hemen etrafına adam toplayabiliyordu. EÄŸer biraz istismara kalkarsanız kısa süre sonra zengin de olursunuz. EÄŸer kötü niyetliyseniz onu baÅŸka yollara çekebiliyorsunuz. FETÖ olayıyla olan budur Türkiye’de. Dün de öyle bugün de öyle.”
SORU: “FETÖ’nün ülkemizi ve milletimizi hedef alan darbe giriÅŸiminden ne tür dersler çıkarılmalı ve böyle durumların yaÅŸanmaması için sizce neler yapılmalı?”
MAHMUT KAYA: “Bu rol evvela devlete düşüyor. Kim ne okuyorsa, ne okutuyorsa, ister siyasete girsin, ister dernek kursun, kontrolsüz güç, devlet için de tehlikelidir, din için de tehlikelidir. Bundan en çok din ve dindar zarar görür. Kontrol olsun, kimin ne yaptığını bilelim biz.”
“Farklılığı görmeden düşüncede yeni bir kıvılcım çakmaz”
SORU: “Gençlere neler tavsiye edersiniz?”
MAHMUT KAYA: “Şöyle tarihe dönüp baktığımız zaman, 14. yüzyılda Batı’da iki ekol var, bir Ä°bni Sinacı ekol Paris merkezli, iki Ä°bni Rüşdcü ekol Londra, Oxford merkezli. Aydın, ilim adamı ya Ä°bni Sinacıdır ya da Ä°bni Rüşdcüdür. Adamlar Rönesans’ı yaptılar, Reform’u yaptılar. 17. yüzyıla gelince bilimde, metodolojide bir devrim yaptılar. Bizim bilimdeki o devrimden haberimiz olmadı. 17. yüzyıl bizde kaybedilmiÅŸ bir yüzyıldır. 18. yüzyılda Sanayi Devrimi’ni gerçekleÅŸtirdiler, Aydınlanma dönemiyle beraber. Dolayısıyla biz Tanzimat ile beraber bir kırılma yaÅŸadık, bizim Müslüman kesim pek hoÅŸlanmaz ama yanlış. EÄŸer o kırılma olmasaydı, o Batı ile temas, o medresenin karşısında Batı tarzında eÄŸitim sistemi gelmeseydi, Ä°dadiye, Rüştiye, Ä°ptidaiye, Darülfünun gelmeseydi gene biz uykudaydık. Medrese de o zaman uyandı, ‘Eyvah’ dedi. Çok güzel insanlar yetiÅŸti Osmanlı’nın son döneminde. Gördüler çünkü rakibi, ondan önce görmüyordu ki. Akademik seyahat var, Mısır’a, Suriye’ye gidiliyordu, Maveraünnehir’e, Türkistan’a gidiliyordu, oradan buraya gelenler vardı, BaÄŸdat merkezdi, gidiliyordu. Ama buralarda hep aynı metinler okunuyordu, aynı zihniyetti. Farklılık yoktu. Farklılığı görmeden düşüncede yeni bir kıvılcım çakmaz.
Türkçemizin geliÅŸmesi de öyle olmuÅŸtur. O zamana kadar medreselerde Türkçe dersi yoktu. Tarih, coÄŸrafya, matematik, astronomi dersi yoktu, konuldu. Medreselerde bilenlerden, usta çırak ÅŸeklinde, yoksa ders olarak okutulmuyordu. Seçmeli ders gibiydi. Bunlar bizim gözümüzü, ufkumuzu açtı. Cumhuriyet dönemindeki, 1923’deki devrimle beraber de çok büyük bir kırılma yaÅŸandı. Evet birtakım örselenmeler, zedelenmeler, kayıplarımız oldu ama çok ÅŸey kazandırdı. EÄŸer bugün Türkiye, Ä°slam dünyasında bir yıldızsa bu sebepledir. Bu çok önemlidir. EÄŸer biz itidalimizi kaybetmezsek ki etmeyiz inÅŸallah, bu saÄŸduyuyu kaybetmezsek, ifrat ve tefrit denilen her konuda aşırı uçlara kaymazsak, bunu ÅŸovenist duygularla söylemiyorum, ben milletimizin cevherinin saÄŸlam olduÄŸunu bildiÄŸim için söylüyorum, biz gene hakikaten dünyada, yakın gelecekte kendimize yer edineceÄŸiz.
Neden bugün dünyada Türkiye’ye karşı bir düşmanlık var? Çünkü artık Türkiye tüketim toplumu deÄŸil, Batı pazarı deÄŸil. Pazar olmaktan çıkıyor, bütün dünyada onların ÅŸirketleriyle rekabet ediyor. Ä°nsanımızın artık gözü açıldı, dünyayı tanıyor. Para kazanmanın yolunu yöntemini öğrendi. Karnı doydu, cebi para gördü. Adam yerine konuldu. Artık bu küheylanı kimse kolay kolay durduramaz.”
Kaynak: AA