Şefaata nasıl sahip olunur?

“ÖLÜNCE PEYGAMBERİMİZ BİZE ŞEFAAT EDECEK” derler.

Cehennemde günahlarımız kadar yanacağız, sonra Allah bizi cennetine alacak.
Böyle bir garanti var mı? Yoksa Allah’a karşı bilmediğimiz bir şey mi söylüyoruz.
Bakalım Rabbimiz bu konuda ne söylüyor;
BAKARA – 80:Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar): “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah katından bir ahd mi edindiniz?” (Eğer böyle bir ahd, almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez (Allah’ın ahdinde hilâf olmaz). Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
Demek ki bizlere böyle şeyler öğretenler bizleri Allah’a karşı yalan söyleyen konumuna düşürüyor.
EN’AM – 21:Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyatihî), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne). Allah’a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz (kurtuluşa eremezler).

 

BAKARA – 81:Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).Hayır, (sandığınız gibi değil) kim günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa; işte onlar, ateş halkıdır ve içinde de devamlı kalacaklardır.
Görüyorsunuz değil mi? Bizlere bunları öğretenler bizleri Rabbimize karşı yalancı durumuna düşürüp Allah’tan uzaklaşmamıza sebep oluyor ve sonsuz bir cehennem yaşantısı.
Demek ki şeytan insanlar da var ki bu sözler sıkça duyulan sözler ve işin ilginç tarafı çocuk yaşta öğretildiği için de unutulmayan sözler haline geliyor.
Tabi ki bu kadarla kalmıyor bunların yalanları,


“KİM LA İLAHE İLLALLAH DERSE ÖLÜNCE PEYGAMBERİMİZ ŞEFAAT EDECEK DENİR!”
Rabbimiz ise öldüğünüz zaman şefaat yoktur; ne olacak?
BAKARA – 48:Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne). Ve hiç kimseden bir kimseye bir şeyin ödenmediği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul olunmadığı ve hiç kimseden bir fidye alınmadığı ve onlara yardım da edilmediği günden sakının.
Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem neden şefaat etsin ki? Bizleri çok sevdiğimiz için mi? Biz onu çok seviyoruz mu? Eğer Peygamberimiz sallahi vesselam Efendimiz’i çok seviyor olsak onun izinden gideriz ve ona layık bir ümmet oluruz değil mi? Eğer ona layık değilsek yani itaat etmiyorsak da, Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem şefaat eder mi?
Ümmetine iki konuda seslenir, ama sadece ashabı onu dikkate almış sadakat ile itaat etmiştir.
Peki, sonra ne olmuş da bu köprünün altından çok sular geçmiş?
Rabbimiz Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem’e verdiği görevlerin başın da ümmetini Allah’a davet et demiş. Allah’ın tasarrufunda olan o mübarek kişi tabiki saf rahmeti değiştirmeden iletmiş.
KASAS – 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).

Ve Sana indirildikten sonra, Allah’ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah’a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Hepimizi Rabbimize davet etmiş, ama dini öğretmekle görevli olan kişiler böyle bir eğitim almamışlar ki emri iletsinler. Din eğitimi görüyorlar ama Kur-an-ı Kerim den o kadar uzaklar ki
Neden Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem ümmetini Allah’a davet etmiş? Çünkü Allah’ın emri. Çünkü davete icabet edenler hidayete erenlerdir. Onlar için en güzeli vardır.
RAD – 18:Lillezînestecâbû li rabbihimul husnâ, vellezîne lem yestecibû lehu lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bih(bihî), ulâike lehum sûul hısâbi ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).

 

Rab’lerine (Rabbinin emrine) icabet edenler için en güzeli vardır. Ve O’na icabet etmeyenler, yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa, onu mutlaka fidye olarak verirlerdi. İşte onlar; onlar için hesabın kötüsü var. Ve onların barınacağı yer, cehennem; ne kötü bir döşektir.
Rabbimiz emrini farklı bir şekilde indirmiş, “Sırat-ı Mustakim üzeri olmamız”;
MU’MİNUN – 73:Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm‘e davet ediyorsun.
Neden Fatiha suresi ki dünyada en çok okunan suredir. Fatiha’yı okuyan insanlar aslında, Sırat-ı Müstakim’e davet edildikleri için isterler. Bu Sırat-ı Müstakim’e de bazıları Doğruyol olarak açıklamışlardır. Ne kadar anlamsız bir ifade, hâlbuki Müstakim istikameti bildirir. Yani bu yol bir yere istikametlenmiş. Onun için Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem ümmetini Allah’ın emri ile oraya çağırıyor.
HUD – 56:İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).Muhakkak ki ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı mahlûk (dabbe) yoktur ki; O (Allahû Tealâ), onun perçeminden tutmuş (O’nun kontrolü altında) olmasın. Muhakkak ki benim Rabbim, Sıratı Mustakîm üzeredir.
Demek ki, ruhunu, veçhini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim etmek için davete icabet ederek emanetleri sahibi olan Allah’a teslim etmesini istiyor Rabbimiz. Teslim olalım ki teslim (İSLÂM) dinini yaşayalım.
Eğer davete icabet edilirse Allah’ın teslim dini olan İslâm dinini Rabbimiz davete icabet edenlere yaşatır, bu sayede sadakatimize karşı yaşamış oluruz.
NİSA – 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm‘e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.

Samimi kalben sadakat ile davete icabet edenler mutlaka Allah onları Sırat-ı Müstakim’e ulaştırarak kendisine ulaştırır.


Yeter ki bizi yaratan Rabbimize kavuşmayı yani vuslatı sadakat ile isteyelim ve kesin Rabbimizin bu icabetimize karşılık bizi mutlaka kendisine ulaştırır.
ANKEBUT – 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Aslında davete icabet etmek istemeyen insanlar çoktur.
RUM – 8:E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkâr edenlerdir.

Onun için insanların çoğu cehenneme gidecektir. Rabbimiz böyle söylüyor;
A’RAF – 179:Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
Neden dalalettedirler? Çünkü davete icabet etmemişlerdir.
KASAS – 50:Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne). Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetci olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

Allah’ın bu dünyada yaşarken şefaati insanlara ulaştıran var mıdır? Tabi ki vardır, ama kimlere vardır, Allah’ın davetine icabet edenlerin hepsine Allah’ın şefaati vardır.
EN’AM – 51:Ve enzir bihillezîne yehâfûne en yuhşerû ilâ rabbihimleyse lehum min dûnihî veliyyun ve lâ şefîun leallehum yettekûn(yettekûne).Ve Rab’lerine haşrolunmaktan korkan kimseleri, onunla uyar. Onların, O’ndan (Allah’tan) başka bir dostu ve şefaat edeni yoktur. Böylece onlar takva sahibi olurlar.
Demek ki Rabbimiz şefaatini bir kulu ile yapıyor. Peki, bu Allah’ın kulu kimdir? Sırat-ı Mustakim üzeri olan kişi Allah’ın kuludur.
AL-İ İMRAN – 51:İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh (fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun). Allah, hiç şüphesiz benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O halde (öyleyse) O’na kul olun. İşte bu SIRATI MUSTAKÎM’dir. Ve Allah’a teslim olmuştur.
Allah’a teslim olmuş ve insanları Allah’a davet ediyordur.
FUSSİLET – 33:Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne). Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tasviyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Allah’ın kendisine davetine icabet edenlerin kendilerini Allah’a hidayet etmek yani emanetlerini Allah’a ulaştırmasına Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem gibi ruh, fizik beden, nefs ve irademiz Allah’ın insanlara verdiği emanetlerdir. Allah’a teslim edilmesi de farzdır.
NİSA – 58:İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran). Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir.
Sonuç Allah’ın zatını görebilmektir ki Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem ve ashabı hepsi Allah’ı görmüş ve şahit olmuşlar.
YUSUF – 108:Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne). De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Allah’ın veçhini görebilmek için bu meşakkatli yola devam etmişler. Bu neden ile kalp gözleri ile Rabbimize şahit olmuşlar ve insanlara şefaatte bulunmuşlardır.
Çünkü ancak Allah’a şahit olanlar şefaatin sahibidirler.
ZUHRUF – 86:Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihiş şefâte illâ men şehide bil hakkı ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).Ve onların, O’ndan (Allah’tan) başka taptıkları şeyler şefaate malik değildir. Hakk’a şahit olanlar hariç ve onlar (Hakk’ı) bilirler.
Bu kişiler davete icabet ettikleri günden itibaren hep Allah’ın veçhini görmeyi dilerler.
RAD – 20:Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk (misâka).Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
Allah’ın verdiği dört emaneti de sahibi olan Allah’a teslim ederler.
RAD – 21:Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
RAD – 22:Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri). Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır
Şefaat aynı zaman da insanlar arasında oluşan ve çift taraflı gerçekleşir.
NİSA – 85:Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ ve men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minh(minhâ) ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ(mukîten).

Kim başkasına iyilikte (hasenat), şefaat (yardımı aracılık)ta bulunursa ondan bir nasibi olur. Kim de kötülükte (seyyiat) şefaat (yardım, aracılık)ta bulunursa ona şerrden pay (kiflun) vardır. Ve Allah, her şeyi gözetip karşılığını verir.
Allah; Demek ki hidayetine vesile olduğunuz kişilerin kazandığı derecatları kadar, vesile olanlara da deracat veriyor. Peki ya hidayetlerini engelleyenlere; deracat kaybetmelerine sebep olunursa, kaybettikleri deracat kadar kendileri de deracat kaybeder.
TAHA – 109:Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ(kavlen).İzin günü, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.
Asıl şefaatin sahibi Allah’tır.
ZUMER – 44:Kul lillâhiş şefâatu cemîâ(cemîan), lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), summe ileyhi turceûn(turceûne). De ki: “Şefaatin hepsi Allah’a mahsustur. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”
Ama Allah’ın öyle kulları var ki, Allah’ın izin verdiği bu her yüz yılda bir gelen mücedditler, Peygamber Efendimiz Sallahu Ve Selem gibi insanlara şefaat ederler, melekler bile onun izni ile şefaat eder.
NECM – 26:Ve kem min melekin fîs semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en ye’zenallâhu limen yeşâu ve yerdâ.Ve göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri (hiç)bir şeyle (hiçbir şekilde) fayda vermez. Allah’ın dilediği ve razı olduğu (tasarruf rızasına sahip) kimseye (devrin imamına) izin vermesinden sonrası hariç.
Allah’ın tayin ettiği bu imamlar yani Allah’ın veli resulleri insanları Allah’ın emri ile insanları hidayete erdirir. İşte şefaate bu hidayete erenler nail olur.
SECDE – 24:Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Yani, bu dünyada Allah’ın şefaatine nail olabilmek için önce Allah’ın ve Resulünün Allah’a davetine icabet etmek üzerimize farzdır. Mutlaka bizi, Allah’ın izni ile Allah’ın bizim için tayin ettiği hidayet edecek kişiyi Allah’a hacet namazı ile sorarak tövbemizi almamız lazım ki, imanın ve nefsin ıslahının sahibi olup günahlarımızın şefaat ile sevap olarak değiştirilsin;
FURKAN – 70:İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
FURKAN – 71:Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).
Ben müminim demek ile olmuyor demek ki, mümin olabilmek için Allah’ın tayin ettiği bir Hidayetçinin önünde tövbe alıp nefsimizi ıslah edersek müminiz.
NİSA – 124:Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).Ve erkeklerden ve kadınlardan kim salih amelde bulunursa, kim salih amel işlerse yani nefsi (tezkiye edici amel) işlerse onlar, mü’minlerdir. İşte onlar, cennete girerler ve onlara zerre kadar, hurma çekirdeğinin lifi kadar zulüm yapılmaz.
İşte Allah’ın velisi olmak insanın dünyayı ve ahiret ile müjdelenmesine neden oluyor.
YUNUS – 62:E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne). Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?

YUNUS – 63:Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).

Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
AMENU OLMAK dan bahsediliyorsa Allah’ın davetine icabet etmiş muhakkak Allah’a ulaşacak kişidir.
HUD – 29:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).Ve ey

 

kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
İşte davete icabet edenlerin müjdesi,
YUNUS – 64:Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm (azîmu).Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
Bu konular Allah’ın yapmamızı emrettiği konular. Hani şefaati öldükten sonra bekliyorsanız, azap için de ölürken sonra geç gelen bir pişmanlık ile Allah’a yalvarırsınız ama fayda vermez.
İBRÂHÎM – 44:Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.

ALLAH’DAN İBLİSDE KORKUYOR DA İNSANLAR NEDEN KORKMUYOR ANLAMIŞ DEĞİLİM;

[email protected]

DÜNYA VE AHİRET MÜJDESİNİ ALMAK İÇİN RABBİMİZE ULAŞMAK TESLİM OLMAK NEDEN ZOR ANLAMADIM, KURTULUŞUMUZ VE TEVHİD RABBİMİZ DE

Allah yardımcınız olsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir